az konuşurlardı. çok az ve kısa cümleler. tanıştıklarında adını söylemesini istememişti erkek. ankara terminaline girmek istemeyip direk geçmek isteyen bir firmanın otobüsü, ankara yolcularını, ankara girişinde çevre yolunda otogara girecek başka bir otobüse aktarmayı teklif etmişti. emrivaki diyelim. saat gece 11. birbirlerini tanımayan bir erkek ve bir kızdı sadece ankara yolcuları. otobüs durdu valizleri aldılar ve hemen başka bir otobüs durdu. muavin ikisini yeni gelen otobüse yerleştirdi ve artık yeni otobüste "biz" olmuşlardı. hemen birbirini tanıyormuş gibi koyu bir muhabbete başladılar. son durakta birbirini tanımayan ama zaman geçirmek için yol boyu muhabbet eden insanların aksine otobüsten inince de beraberlerdi. gidecekleri semt aynıydı. taksiyle gitmeye karar verdiler. kız taksideyken *tanışsak artık* dedi ve *ben..* dediğinde "adını söyleme lütfen. seni bir isimle hatırlamak istemiyorum." diye durdurdu onu erkek. devam eden sohbet sonunda ertesi gün buluşma kararı aldılar. isim yok. ikisi de adlarını söylemediler. tuhaf bir oruç gibiydi. buluştular ve sonraki ve daha sonraki günlerde de. buluştuklarında süt ve çikolata yemiyorlardı :) hazır çorba yapıp hani o küçük şişede olan acısosu boca ediyorlardı :P (evet romantik değilim çünkü bu saatlerde acıkıyorum)
az konuşurlardı ama beraber çok şey yaparlardı. erkek, kızın saçlarını çok severdi. bazı günler onun saçını yıkardı. özenle havluya sarar, saçlarını yumuşacık kurulayıp tarardı. ritüel gibiydi. ona karşı tuhaf bir özen vardı içinde. o da farkındaydı ve neredeyse nefes almadan dururdu.
güneşli bir pazar öğleden sonra dışarı çıkmaya karar verdiler. kız ise oyalanıyordu fhm dergisinin sayfaları arasında. erkek rica ederek ama direktif şeklinde toparlanmasını söyledi. "hadi toparlanır mısın artık. daha ayak parmaklarına oje sürecez" kızın ayağını bacaklarının arasına kıstırıp pür dikkat bordo ojeyi şeffaf tırnaklarına sürüyordu. oje kokusu ve saçlarından gelen şampuan kokusu karışmıştı birbirine. erkek giyinikti. kız ise hala elbise gibi sarındığı havlusuylaydı ve bundan rahatsızdı. Ayağı erkeğin ellerine ve dizlerine emanet olduğu halde kendini kasmıştı. "diğerini ver" dediğinde. *lütfen yere yavaş bırak. şu an cam vazo gibi hissediyorum ayaklarımı. bu kadar hoyratken bazen kırılacak bir şeymişim gibi hissettiriyorsun bana* demişti. sonra mı? erkeğin ona yeni aldığı elbiseyi ve önü açık topuklu ayakkabılarını giydi ve dışarı çıktılar. ikisi de kızın ayak tırnaklarına bakıp kaçamak gülümsüyordu. aşk yoktu. isim de yoktu. bi keresinde erkek kızın yüzüne uzun uzun baktı. kız kafasını -ne var?- anlamında iki yana salladı. "adın yasemin mi?" diye sordu. kız *hayır* dedi :)) dudağını bükerek gülüyordu ve adını hiçbir zaman söylemeyecekti. belki de içinden *görürsün sen* diyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder