29 Ekim 2013 Salı

cumhuriyet

ATATÜRK
1941 yılında İngiltere'ye uçuş eğitimi için gönderilmiştik. Londra'ya vardığımızda, grubumuzun İngiliz makamları ile irtibatnı sağlamak üzere yaşlı bir İngiliz hava binbaşısını irtibat subayı olarak atamışlardı. Adı Mr. Salter olan bu subay Türkçeyi bizlerden daha iyi konuşuyordu(!*). Mr. Salter'i birkaç defa eşi ile birlikte ikindi çayına davet ettim.

O da beni akşam yemeklerine evine çağırıyordu. Bir akşam bana şunları anlattı:

1919 yılında Piyade Binbaşı Salter olarak Samsun'daki İngiliz işgal Tabur komutanı idim. 18 Mayıs1919 günü İstanbul'daki İngiliz işgal kuvvetleri komutanlığından şifreli bir telsiz telgrafı aldım. Bu telgraf; "16 Mayıs 1919 günü , Mustafa Kemal adında bir Türk generalinin, Bandırma Vapuru ile İstanbul'dan görevli olarak ayrıldığını ve fakat vapurdan gönderdiği telgrafta istifa ettiğini, eğer Samsun'a inecek olursa tutuklanarak İstanbul'a gönderilmesini" istemekte idi. Kumandanlığımın bu emrini en iyi şekilde yerine getirebilmem için ilk iş olarak tabur subaylarımı toplayarak kendilerine telsiz emrini okudum ve gerekli emirleri verdim. Şehirdeki durumu görmek için Samsun'a indim. Şehir her zamankinden daha kalabalıktı.

Bu kalabalık pazar kalabalığından farklı bir görünümde idi. Siyah çizmeli, kilot pantolonlu ve siyah kalpaklı, sert bakışlı kimselerin çokluğu dikkat nazarımı çekti. Sonradan, bunların Türk subayları olduğunu öğrendim. Durum çok nazikti. Dört gün önce Yunanlılar İzmir'i işgal etmişler Türkler buna çok sert bir tepki göstermişlerdi. Rum tercümanım çok korkuyor. Bütün gece hiç uyumadan yatağımda döndüm durdum.
19 Mayıs günü sabah erkenden iskeleye gittim. Sabah namazından çıkan herkes sahile inmişti. Kurtarıcılarını bekliyorlardı . Bir olay çıkmaması için taburumla bütün iskele ve civarını kordon altına aldım.
Denizde, batı tarafında bir duman göründü. Sahildeki kalabalığın heyecanı son haddini buldu. Bir de gördüm ki her askerimin arkasında siyah çizmeli kara kalpaklı bir Türk subayı duruyor. Hepsinin silahlı olduğu muhakkak.
Vapur iyice göründü. Bazı il ve belediye görevlileri sandallarla vapurun demirleyeceği yere doğru gitmeye başladılar..
Görevimi, iskele üzerinde yapamayacağımı düşünerek ben de motoruma atlayıp vapura doğru hareket ettim. Vapura ilk varan benim motorum oldu. Beraberimde getirdiğim iki erimi motorda bırakarak tercümanımla birlikte vapurun iskelesine tırmandım. İskelede beni selamlayan iki tayfaya ; "Vapurdaki generali görmek istediğimi" söyledim. Bir tanesi önümüze düşerek bizi salonun kapısına kadar götürdü. Kapıdaki görevli, durumu içeriye bildirdi ve geriye dönüp bizi içeriye aldı. Herkes ayakta idi. Ortadaki mavi gözlü, sert bakışlı kişi ile göz göze gelince ne söyleyeceğimi şaşırdım. Sert bir asker selamı verirken ağzımdan şu sözler döküldü: "Taburum emrinizdedir."
Bunu nasıl söylemiştim? Daha önce hiç böyle bir şeyi aklımdan dahi geçirmemiştim. Tercümanım bir an durakladı. Kendisine dönüp bakınca hemen toparlandı ve Türkçe olarak generale iletti. Mustafa Kemal Paşa'nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. Teşekkür etti ve beni de yanına alarak dışarıya çıktık. Öteki sandallar da vapurun etrafına varmışlardı. Gemiye çıkmış olan birkaç kişiyle tokalaştıktan sonra vapurdan benim motorumla ayrıldık. İskeleye vardığımızda muavinim koşarak yanıma geldi. Kendisine; Taburu safta toplamasını, silah çattırmasını ve Türk makamlarına teslim olmalarını söyledim. Biraz durakladıktan sonra emir tekrarı yaparak selam verip ayrıldı ve emrimi aynen yerine getirdi.. Taburu o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişiler teslim almıştı. Yanılmamıştım. Onlar hakkında edinmiş olduğum bilgiler doğru çıkmıştı. Mustafa Kemal Paşa; benim yanıma, o siyah çizmeli kara kalpaklı kişilerden birini vererek kendi makam otomobilimle -tabi kendi şoförümle birlikte- misafir edileceğimi söyledikleri Ankara'ya gönderdiler. Taburumun erleri de ; Çorum, Çankırı ve Kastamonu'da kurulan esir kamplarına yerleştirilmişler.
Kurtuluş savaşımızın sonuna kadar Ankara'da, Ogüstüs Mabedi'nin yanındaki Hacıbayram Camii'nin önündeki cadde üzerinde bulunan iki katlı ahşap bir evde kaldım. Hizmetimi göreceğini söyledikleri, fakat aslında gardiyanım olan ve sıksa suyumu çıkaracak kuvvetteki bir kadınla dört seneye yakın bir süre bu evde oturdum.
Savaşın sonunda imzalanan anlaşma gereğince ben ve taburum, Malta'daki Türk esirlerle değiştirildik. İngiltere'ye döner dönmez tutuklandım ve divanı harbe verildim. Ben askeri hapishanede tutuklu iken ziyaretime gelen ailem ve ebeveynim, savunmamı yapabilmem için bana birçok gazete ve kitap getirmişlerdi. Onlardan yararlanarak, kısa, fakat öz bir savunma hazırladım. Bana isnad edilen suç taburumu hiç direnmeden teslim edişim idi. Yüksek Askeri Mahkeme'nin önüne çıktığımda savunmamı büyük bir soğukkanlılıkla okudum ve şu cümlelerle bitirdim :


" Sayın hakimler Başbakanımız Lloyd George'e Avam Kamarası'nda şöyle bir soru sorulmuştur : Yunanlıları silahlandırarak 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkardık ve o tarihten bu yana milyarları bulan (sterling) masraflar yaptık. Sonuç ne oldu? Yunanlılar İzmir'de denize döküldüler ve Anadolu'daki bütün Rumlar atıldılar veya muhacerete zorlandılar.


Bizim kazancımız nedir?"
Bu soruya karşılık Başbakan Lloyd George şunu söylemiştir: 'Yüzyıllar bir veya iki dahi yetiştirir.. 20. Yüzyılın dahisinin Türkiye'den çıkacağını ben nereden bilebilirdim?'
Görüyorsunuz sayın hakimler, karşınızdaki bu subay, Başbakanımızın bahsettiği, 20.Yüzyılın dahisi ile hiç beklemediği bir anda karşı karşıya ve göz göze gelmişti. Ne yapabilirdi? Eğer ben başka türlü hareket edecek olsa idim, bugün benimle beraber bütün taburumun mezarlarını ziyarete gidecektiniz. Fakat şimdi, eceli ile ölmüş olan üç erimizin dışında hepimiz sağ salim yurdumuza dönmüş, ailelerimize kavuşmuş durumdayız. Karar yüksek adaletinizindir."
Beraat ettim ve terhise tabi oldum. Sivil hayatta bir tütün şirketinde iş buldum. Şirketim "Abdullah Cigarette" adındaki Türk tütünü ve Virginia karşımı sigarayı çıkartıyordu. Ben Türkçeyi çok iyi konuştuğum için beni bir kursa tabi tutarak tütün eksperi yaptılar ve Türkiye'ye gönderdiler. İlk iş olarak Mustafa Kemal Paşa'yı ziyaret ettim.Beni kabul buyurdular ve ilgililere, Türkiye'deki ikametim hususunda yardımcı olmalarını ve kolaylık göstermelerini emir buyurdular. Ailemle birlikte ikinci Dünya Savaşı'na kadar, tütün üreten köylerde, Türk köylüsü ile birlikte yaşadım. Ben ve ailem Türk köylüsünü o kadar çok sevdik ve o kadar çok benimsedik ki eğer hükümetimiz tarafından resmen İngiltere'ye çağrılmasaydık Türkiye'de kalmayı tercih ederdik.
İngiltere'ye döndüğümüzde beni hava bakanlığından çağırdılar ve yeni görevimi bildirdiler. Çok sevindim ve müjdeyi aileme büyük bir zevkle bildirdim. Beni terhis olduğum rütbe ile Kraliyet Hava Kuvvetleri ( RAF )'ne almışlardı. Görevim istihbarat Başkanlığında idi. Türkiye ile İngiltere arasında 1939'da yapılan bir anlaşmaya göre İngiltere'ye uçuş eğitimine gönderilecek olan subayların RAF ile irtibatını sağlayacaktım yani yine Türklerle birlikte olacaktım....
Mr. Salter ile iki yıldan fazla bir süre birlikte bulunduk. Bu süre içerisinde bizleri daima savundu ve kendisini daima bizden saydı.


                                      YAZAN : Em. Hava Albay Kemal İntepe

(!*) yazarın notu: türkçeyi bir ingilizin sizden daha iyi konuşması, bi türk olarak sizin büyük bir eksikliğinizdir. övgü olarak yazdıysanız da "türkçeyi bizim kadar iyi konuşuyordu" demeniz yeterliydi. olmamış :(

20 Ekim 2013 Pazar

12 Ekim 2013 Cumartesi

hayatta kalabilme



Bu en güçlü kişinin hayatta kalma mücadelesi
Bunu yaparsın veya ölürsün
Bir milyoner olmaya hazır değildim, kötü hazırlanmıştım
Hasta olmaya hazırlanmıştım, bi yetenek olduğunu sanmıştım
Başta, iş sonlarla ilgili değildi
Rap yapmak ve bir şey için ayakta kalmakla ilgiliydi
Fuck an acronym
Akrostişi s*keyim
Sanki mutluymuşsun gibi davranmayı kes, ben geri döndüm
Başka bir marşla, bitmek zorunda olmayan bir şey neden dursun ki?
Ben bitsin demeden bitmeyecek - yeter dediğimde yeter
Beni kurtlara at ve geçişi kapat
Ben kurtlara olacaklar için korkarım
Bir timsaha çukuruna atılmış olduğumu sanırken, benim salyalarım aktı
Raise your hands up like it's 12 noon
Saat gündüz 12'ymiş gibi ellerini havaya kaldır
Hayır, dostum, sürtükleri yukarı çek
Çarpıcı manşet çıkana kadar bekle
Şiddetten geldim, tüylerim kabardı
Hayır, egolar, onları durdurmayacağım
Bu stadyumu patlatmak için son şans
Bu en güçlü kişinin hayatta kalma mücadelesi
Bunu yaparsın veya ölürsün
Kazanan her şeyi alır


Öyleyse her şeyi al
Fikir edin, şarjörünü doldur
Savaşa gelmediğin sürece hiç gelme, eyerin üzerine atla
Budur, yediğin şey, uyuman, işeyip sıçman
Hafifle, nefes al, bütün hayatın bundan ibaret
Bitirmeyi reddet, sigortayı yak, fitili dağıtma
Eğer bu müziği yapmazsam lanet olsun, bokumu kaybettim
Kaybedecek bi bokum olmayacak, bu gerçekliğin zamanı
Bunların hepsi nasıl yapacağımı bildiğim şeyler
Kısa sürede kulübeye atılırım, tükürürüm
Ama saygım gecikti
Sana kimsenin kullanmadığı akışı gösteriyorum
Okul diplomam yok, ben bırakıyorum!
Bu yüzden yeniden düşmem için bi sebep yok, başka özellik bilmiyorum
Bu yüzden lanet mikrofonlarını, alet çantalarıyla takas et
Çünkü asla gururumu benden alamayacaksın
Bu tarafımca izlenecek
Bu yüzden pense ve tornavidalarını çek

Bu en güçlü kişinin hayatta kalma mücadelesi
Bunu yaparsın veya ölürsün
Kazanan her şeyi alır
Öyleyse her şeyi al
Öyleyse her şeyi al
                                                              eminem & skylar grey

4 Ekim 2013 Cuma

öncelikle pardon diyporum geç haber verdiğim için. daha doprusu zamansız haber verdiğim için :(
daha önce söyleyemedim çünkü çok güzel konuşuyorduk :) sıra gelmedi arabaya dolayısıyla. öncelikler :)
gece 3.20 gibi ankaraya indik. birazdan çıkacağım bakmak için. akşam gelince daha ayrıntılı yazasrım. hem hissettiklerimi hem de yaşadıklarımı :)

2 Ekim 2013 Çarşamba

günaydın :)

yazmak istediğim çok şey var ama zaman yok. yağmur ve son bahar. ben bu gün çok iyiyim. dinlediğim bir iki hüzünlü yağmur şarkısına rağmen iyiyim. senin de bu günün çok güzel geçsin :)

1 Ekim 2013 Salı

:)) ne düşündüğümü hatırlamıyorum gözlerim seninle buluştuğunda ama dalmışımdır bir yere. seni camda nasıl farkettiğimi de hatırlamıyorum ama fark ettiğim anda rüyadan uyanmış gibi döndüm dünyaya ve hatırlamıyorum dediğim herşeyi unuttum :) zaten seni görmüşüm camda ve ben de enerjinin ne kadar yüksek hissetmişim ki hatta yaramaz seni görmüşüm.. az önceki rüyaların ne önemi olabilir ki?
ne demek istediğini tam olarak doğru anlamışım :) senin kelimelerle değil kendi kelimelerimle anlayım dur..
<n'aber> ("yakaladım seni" gülümsemesi)
"aaaa (şaşırma ünlemine gülme eklenerek) aaahahaha :)) iyilik. sen?"
<iyi iyi de (sırada bekleyen sınıfı göstererek) derse başlasana ohhhh kebab öyle bankta>
"yok yok böyle iyi. (bankları göstererek) ben burdan da idare ederim dont wory yani"
< (yine sıradaki çocukları gösterip) hadi kalk aaaaaa! olmuyor yani>
"bööle iyi dedim ya (el sallıyorum sana)
<eh tamam o zaman. sonra görüşürüz :)) >
"yeeee ok görüşürüz :))"
"böyle iyi" cümlesi çok güldüğüm bir karikatür aklıma getirdi. tabii ki paylaşırım seninle :)

bir tane daha?
daha?