kendine gelecekten mektup yazma imkanın olsaydı neler derdin? aslında neler diyeceğin bu günkü ruh durumunla ve pişmanlıklarınla çok alakalı sanırım. düşünsene gelecekten mektup geliyor. önemli bişey olmuş olmalı ki adam/kadın oturmuş mektup yazıyor sana. ya da şimdiki durumun pek iç acıcı değildir de dayanma gücü ve umut vermek için yazıyor olabilir. bakalım ne diyor gelecekteki ben:
meraba 2013 teki ben. sana loto sonuçlarını vermek isterdim ama pek etik olmazmış bu. hem parayı bulunca ne yapacağın belli olmaz senin şimdi. dünya turuna falan çıkarsın -yani ben de öyle yapardım- ve büyük ihtimalle kaybolursun çok beğendiğin bi yerde ve benim şimdiki durumumu zora sokarsın. hisse senetlerini satma ama. az kaldı çok iyi çıkış yapacak. 5 e gelince sat. sonra da akçansa al :) onu da 25 ten sat. spor yapmaya devam et çünkü formumuz iyi şu an. senin için önemli mi bilmem ama yeni bir dinin peygamberi oluyorsun :D şaka lan şaka sen peygamberler kadar sıkıntıyı seven biri değilsin insanları peşine takıp çöllere düşmezsin bilirim. üşengeçsin. elin adamı "düşünüyorum öyleyse varım" der. sen, "üşeniyorum öyleyse yarın" dersin. bir de otoriteyle aran pek yoktur düşünsene:
--oku
ben: niye ki?
--yaz o zaman.
ben: şimdi mi?
--şimşek geliyo ama
ben: tamam allam ya kızma hemen. bunun hazır yazılmışı olamaz mıydı yani. şimdi yaz çiz uğraş
--ne dedin?
ben: ikindi vakti gelmiş aptess alayım bari dedim.
--hmm iyi hadi
kabul ediyorum dağıldı konular :) ama gelecekten mektup yazma imkanım olsaydı kendime "yap ve pişman ol ; ama yap" derdim. bir de "sana yapılmasını istediklerini sen de başkasına yap" derdim. çünkü birinin "bana yapılmasını isteMediğim" şeyleri için bekleyecek kadar sabırlı değilim :) işte ortaya karışık yazı böyle olur deniz kızı :) toplayamadım ne yapayım.. başlığı da en son yazdım zaten :)
30 Haziran 2013 Pazar
29 Haziran 2013 Cumartesi
çamura atılan altın
yukarda resmini gördüğünüz wall-e filmini izlemişsinizdir. filmde wall-e baş karakterinin yanında eva karakteri vardır. eva yı anlata anlata bitiremem size ama deneyeyim biraz: istediği yönde çok yavaş ya da süpersonik hızda uçabilen, tahminimce seramik veya daha teknolojik bir zırha sahip, kol ve baş eklemleri atomik bir kovalent bağ ile bağlı ama boşlukta duran, çeşitli tarama searching sensörlerine sahip, nerden çıkardığı belli olmayan -tahminen başka boyutta tuttuğunu düşündüğüm- çok güçlü silahlarla donatılmış, güzel ışıklara sahip, gıcır gıcır dişi bir ajan robot. peki erkek karakter olan wall-e ? :) 1945 yılından kalma paletlerle ilerleyebilen, zum yapabilen sevimli ama acıma hissi de uyandıran gözleri olan, duygusal, çöp geri dönüşüm sektörünün inisiyatif kullanmaktan aciz sadık bir işçisi. yaptığı işten dolayı kirli ve paslı. ve tabii eva ya aşık.
bu eşleşmenin biraz daha insaflı bir örneği de bizde var. çelik ve çeliknaz. çeliknaz gayet insani hatlara sahip güzel bir robotken çelik, fırından bozma bir ağıza sahip ablak yüzlü, alt tarafı daha çok oyuncak ayıya benzeyen yapıda. tasarımcı kadın olunca böyle mi oluyor acaba? bazen tasarımcı erkek ama ılık oluyor ve kadınlara moda ya da trend diye yapmadığı işkenceyi bırakmıyor :) olmayacak komik giysileri moda diye sürüyor gündeme ve ne yazık ki başarılı oluyorlar çünkü modayı belirliyor bu dediğim insanlar. "sıfır beden" deyip kenara çekiliyorlar ve eminim kadınların çektiği işkencelere kıs kıs gülüyorlar. ne de olsa kadınlar onların rakibi :) bunlardan biri de kaytan bıyıklı, kabak kafalı cemil amcamız :) bir de çıkmış "ben muhafazakar eşcinselim" diyor :) neyin muhafazası? sen asıl muhafaza etmen gerekeni.. neyse yeni bir paragrafla konuyu bağlıycam :)
erkek ile kadın eşit olmayan ama denk güçlerdir. yani biri elma bir armuttur bundan dolayı eşit değildir ama meyve sepetinin olmazsa olmazı oldukları için birbirini tamamlarlar, bundan dolayı da denktir. -eminim bunu daha iyi anlatacak arkadaşlar vardır- güzel bir kitaptan alıntı ile bitirmek istiyorum: "çamura attığınız altın artık başkasının olmuştur, onu oradan alamazsınız, almaya kalktığınızda ise çamura bulanırsınız. çamura atılan altın sahibinden nefret eder. bundan çıkarılacak kıstas şudur; sizinle birlikte yaşayan, size hizmet eden, sizin için çalışan insanları aşağılamayın, onları değersizleştirmeyin. onlardan başkalarına söz ederken iyi sözler ile konuşun. onlara saygı duyarak davranın. eğer aksini yapar da çocuğunuzu doğuran, sizinle yatağını paylaşan kadınlarınızı aşağılarsanız, kendinizi de aşağılamış ve altınınızı çamura atmış olabilirisiniz. çünkü ruhunuz bir şeyi değersiz görmeye başlamışsa hep öyle görür. değersiz gördüğünüz ise artık size ait değilidir. ne dostunuz ne arkadaşınız ne de başka şeyiniz. o artık serbest kalır ve kendisine değer verene gider. aşağılanmış olan sizi reddeder. mesela bu öğretmeniniz ise artık onun öğrettiği bilgiler size hiç bir fyda getirmez ve sizi terk eder." benim son sözüm; erkeğiniz ya da kadınınız sizi bütünler. onu değersizleştirmekle, komik duruma düşürmekle kendinizi de değersizleştirir ve komik duruma düşürürsünüz. ya da çoktan siz onu reddetmişsinizdir de haberi yoktur :(
28 Haziran 2013 Cuma
ORTAYA KARIŞIK
Dün okuduklarımız beni çok etkiledi.Suçlu, sadece kendisi
değilmiş meğer hepimiz suçluymuşuz.Doğru anladım umarım.O zaman onu suça
yöneltende,suçundan vazgeçirenlerde biz insanlar olmalıyız.İnsanları suçtan
vazgeçirmek çok zor değil mi?Hangi birisine ulaşabiliriz.Bu gibi yazıları
okuyan ve uygulayabilen insanlar çok olursa o zaman suçlarda ortadan kalkar
galiba.Bu konu beni çok etkiledi.Bugün de ölümle ilgili yazıyı okuduk oda çok
etkileyiciydi.Padişahın karşısına ödül almak için çıkan çoban niçin oraya
geldiğini bilmediğinden korkudan titrermiş.İşte ölümü ancak bu kadar güzel
anlatılabilir.Ölümü bilmiyorsun beklide sana hayal bile edemeyeceğin güzellikler verecekler yada vermeye de
bilirler tabi bu dünyada yaptıklarınla ilgili.Kendinden eminsen korkmana gerek
yok .sanırım beni belirsizlik korkutuyor.Ayyy neyse derin konular ben daha
fazla girmeyeyim:)
Ortaya karışık dedim çünkü bir sürü konu var aklımda.benim için yazdıklarınız çok eğlenceli ve güzel.Demek ki kambur yürüdüğüm çok belli :)Dikkat etmeye çalışıyorum fakat çok alışmışım öyle yürümeye.Belki de kendimi gizlemek için de olabilir :) Bu dik yürüyenlere baktığım zaman kendilerinde bir eminlik görüyorum.Bir çok örnek var hayatımda.Ama bundan sonra dik durmaya dikkat edeceğim,burnum havada sırtım dümdüz gerçi deniyorum ama düzelmiyor bunun için dik durma korsesi bile aldım ama üşendim takmadım.Buradan herkese sesleniyorum dik yürüyün!Bir de bana diyorsunuz ya perdesiz gözlerle bakıyorsun diye çok merak ediyorum niye böyle düşündüğünüzü.umarım ukalalık yapmamışımdır.sadece merak ettim.
Veee beklenen tatil geldi.Tatilimin çok güzel geçmesini diliyorum tabi herkesin güzel geçsin.Bu okula tayin olduğum ilk haftalar üzülmüştüm okul büyük geldi doğru söylemek gerekirse insanlar bir tuaf geldi.Küçük yerlerde çalışmaya alıştığımdan kalabalık ortam beni yordu ilk haftalar.gerçi üst üste kötü şeyler yaşamıştım onunda etkisi var ama şimdi mutluyum bu zaman zarfı içinde çok şey öğrendim hem mesleki anlamda hem de manevi anlamda bakış açım değişti.Her olayda kendimi yargılıyordum, şimdi olayları yargılıyorum, sanırım büyüyorum.Benim dünyadaki geliş nedenim öğrenmek ve uygulamak galiba tabi meslek doğrultusunda öğretmekte var. Zaman buldukça tasavvuf ile ilgileneceğim. Çünkü baya ilgimi çekti okudukça paylaşımlarda bulunurum.İYİ TATİLLER..
Ortaya karışık dedim çünkü bir sürü konu var aklımda.benim için yazdıklarınız çok eğlenceli ve güzel.Demek ki kambur yürüdüğüm çok belli :)Dikkat etmeye çalışıyorum fakat çok alışmışım öyle yürümeye.Belki de kendimi gizlemek için de olabilir :) Bu dik yürüyenlere baktığım zaman kendilerinde bir eminlik görüyorum.Bir çok örnek var hayatımda.Ama bundan sonra dik durmaya dikkat edeceğim,burnum havada sırtım dümdüz gerçi deniyorum ama düzelmiyor bunun için dik durma korsesi bile aldım ama üşendim takmadım.Buradan herkese sesleniyorum dik yürüyün!Bir de bana diyorsunuz ya perdesiz gözlerle bakıyorsun diye çok merak ediyorum niye böyle düşündüğünüzü.umarım ukalalık yapmamışımdır.sadece merak ettim.
Veee beklenen tatil geldi.Tatilimin çok güzel geçmesini diliyorum tabi herkesin güzel geçsin.Bu okula tayin olduğum ilk haftalar üzülmüştüm okul büyük geldi doğru söylemek gerekirse insanlar bir tuaf geldi.Küçük yerlerde çalışmaya alıştığımdan kalabalık ortam beni yordu ilk haftalar.gerçi üst üste kötü şeyler yaşamıştım onunda etkisi var ama şimdi mutluyum bu zaman zarfı içinde çok şey öğrendim hem mesleki anlamda hem de manevi anlamda bakış açım değişti.Her olayda kendimi yargılıyordum, şimdi olayları yargılıyorum, sanırım büyüyorum.Benim dünyadaki geliş nedenim öğrenmek ve uygulamak galiba tabi meslek doğrultusunda öğretmekte var. Zaman buldukça tasavvuf ile ilgileneceğim. Çünkü baya ilgimi çekti okudukça paylaşımlarda bulunurum.İYİ TATİLLER..
27 Haziran 2013 Perşembe
eğlenceli bişey yapalım mı?
bazı iyi arkadaşlarımla kitaptan rastgele seçilen kelimelerle "cold read" ya da bizim tabirimizle "kelimeden ciğer okuma" oynardık. tabii bunun için yaşanmışlık, paylaşmışlık ve samimiyet gerekiyor. böyle olunca sağlam espriler ve iğnelemeler çıkıyor ortaya. (bkz: tabu oyunundaki yadigar-yasemin çağrışımı) unutmadan cold read; çantanı taşıma şekline göre, yüzüğü taktığın parmağına göre, gülüş şekline göre falan karakter tahlili demek. şimdi en yakınımdaki kitabın herhangi bir sayfasını açıp parmağımı koyup çıkan kelimeye göre senin hakkındaki çağrışımları yazma aşamasına geldik :) iğneleyici ve alaycı olmıycam söz :) evet kelimeler geliyor.
"aşağı, dur, karada, hissediyorum, çiçekler, bembeyaz, saklandım, yüzlerden, gaipten, su" niye on kelime? on parmağımız olduğundan tabii ki. onluk sayma düzeni de on parmağımız olduğundan değil mi?
aşağı: aşağıda kalmak için zemine sıfır ayakkabı giyiyorsun :) omuzlarını daraltıyorsun. korkuyorum kambur olacaksın diye.
dur: dur gitme sözünü kimse duymayacak senden. içinden dersin belki ama dışından ı-ıh.
karada: senin için kara kelimesinin zıttı su veya hava değildir. karada iken gerçek dünyadasındır. zıttı ise hayal dünyasında. hayal dünyasında nefes alıyor ve cildin nemleniyor diye sallayayım.
hissediyorum: çoğu kadın düşünceleri okur. hem de çok iyi yapar bunu. yalanın kokusunu alır. hesapları apaçık görürler. hmm peki sen? seni övmüyorum şımarma ama perdesiz gözlerle dünyayı görebilen bir insan düşünceleri okumaz. ruhu okur.
çiçekler: papatya. uzun uzun yazdırma şimdi. sen papatya.
bembeyaz: gelinlik desem duygulanmazsın umarım.
saklandım: geçen gün saklanmıştın arka sıraya. bir metre ötende seni soruyorlardı. bi daha yapma :)
yüzlerden: yüzler senin için maskedir. makyaj? belki belli belirsiz. senin asıl ilgilendiğin o yüzün arkasındaki kişiliktir.
gaipten: aaaaa :) korkma canım ya. gaipten ses duyan benim ve büyük ihtimalle uyduruyorum :)
su: yazılarındaki samimiyetini anlatan kelime. içine girdiğinde kalbini ferahlatan denizdir senin için.
böyle işte. yazmak isteyip de bir konu bulamayınca baya işe yarıyor bu kelimelerden cold read :) umarım eğlenceli geçmiştir. iyi geceler.
"aşağı, dur, karada, hissediyorum, çiçekler, bembeyaz, saklandım, yüzlerden, gaipten, su" niye on kelime? on parmağımız olduğundan tabii ki. onluk sayma düzeni de on parmağımız olduğundan değil mi?
aşağı: aşağıda kalmak için zemine sıfır ayakkabı giyiyorsun :) omuzlarını daraltıyorsun. korkuyorum kambur olacaksın diye.
dur: dur gitme sözünü kimse duymayacak senden. içinden dersin belki ama dışından ı-ıh.
karada: senin için kara kelimesinin zıttı su veya hava değildir. karada iken gerçek dünyadasındır. zıttı ise hayal dünyasında. hayal dünyasında nefes alıyor ve cildin nemleniyor diye sallayayım.
hissediyorum: çoğu kadın düşünceleri okur. hem de çok iyi yapar bunu. yalanın kokusunu alır. hesapları apaçık görürler. hmm peki sen? seni övmüyorum şımarma ama perdesiz gözlerle dünyayı görebilen bir insan düşünceleri okumaz. ruhu okur.
çiçekler: papatya. uzun uzun yazdırma şimdi. sen papatya.
bembeyaz: gelinlik desem duygulanmazsın umarım.
saklandım: geçen gün saklanmıştın arka sıraya. bir metre ötende seni soruyorlardı. bi daha yapma :)
yüzlerden: yüzler senin için maskedir. makyaj? belki belli belirsiz. senin asıl ilgilendiğin o yüzün arkasındaki kişiliktir.
gaipten: aaaaa :) korkma canım ya. gaipten ses duyan benim ve büyük ihtimalle uyduruyorum :)
su: yazılarındaki samimiyetini anlatan kelime. içine girdiğinde kalbini ferahlatan denizdir senin için.
böyle işte. yazmak isteyip de bir konu bulamayınca baya işe yarıyor bu kelimelerden cold read :) umarım eğlenceli geçmiştir. iyi geceler.
26 Haziran 2013 Çarşamba
hayat dolu hayat
aklımda bir hayat var. kendimizi eve hapsetmediğimiz bir hayat. eşyanın az olduğu hayatın daha çok olduğu, dolu dolu eşya değil, dolu dolu yaşamın olduğu bir hayat. evlerdeki her boşluğu niye bir sehpa ile, halı ile, tablo ile, masa ile doldururuz¿ bodrumumuz olsa onu da eski eşyalar ile doldururuz. çatı katı olsa onu da boş bırakmayız eminim :/
boşluğu niye abur cuburla dolduruyoruz? bir arkadaşımın evine ilk defa gideceğim zaman heyecan duyarım. belki benim yapamadığımı gerçekleştirmiştir diye. zaten bir insanı tanımanın en iyi yollarından biridir evini incelemek. eğilimleri nedir? kendi için mi yaşıyor başkaları için mi? başkaları ne der diye mi yaşıyor? aklı karışık mı? bilinçaltı karışık mı? kullandığı renkler? astığı posterler? çamaşır çekmecesine bakmadık daha :) zaten bakmayalım demi.
aklımdaki sıra dışı bir evi paylaşmak istiyorum. kalabalık bir caddede yürürken bir bar kapısına geliyorsunuz ve sağa dönüp giriveriyorsunuz evime. ayakkabı çıkarmaya gerek yok. geniş salonda bir çok masa ve sandalye var. duvarda geniş ekran bir tv. salonun sonunda bar tezgahı ve tabii içkiler. barın arkasındaki odaların biri sanayi tipi bir mutfak, diğeri ofis görünümlü yatak odası. okumak istediğin zaman servis açılmış masalardan istediğin birine oturabilirisin. duvardaki tv yi de yine o çok rahat olmayan sandalyeye oturup izleyebilirsin. rahat olmasın çünkü üçlü koltuk kadar insanı rahatlık bataklığına saplanmasını sağlayan bir şey yok. nice değerler o koltukta uzanırken yok oluyor :) ışıklandırması kafe-bar ortamı gibi loşça. sevdiğin arkadaşlarını bar kısmındaki uzun bar taburelerinde ağırlarsın. tabi sen de barmen mevkinde. hadi tamam duvarda dart olsun. benim için de salonun bi köşesinde boks torbası. bar deyince aklınıza nasıl bir dizayn geliyo bilmiyorum ama benim aklımda ingiliz pub tarzı bişey geliyo. fight club ı izlediyseniz bilirsiniz. oradaki üç katlı ev de huzur bulabileceğim tarzda bir ev. kapısında kilit yok, bir sürü eski kitaplar, yağmur yağınca prizlerden su gelen, çeşmeyi açınca zangırdayan tesisat ve kahverengi akan su :)
hayat dışarda. medeniyetin bize sunduğu en büyük ayrıcalık olan, bizi saklarken ve korurken aynı zamanda hapseden duvarların dışında. evinizi sevmeyin. eşyalarla bağ kurmayın. küçük de olsa bişeylerin koleksiyonunu yapmayın. tyler durden in dediği gibi sahip olduğun şeyler gün gelir sana sahip olurlar. bir yere gittiğinizde 8 megapiksel kamera arkasından değil 576 mega piksellik gözünüzle bakın dünyaya. özgürlüğü iç dünyanızda, dış dünyanızda yaşamanız ve damarlarınızda hissetmeniz dileklerimle.
boşluğu niye abur cuburla dolduruyoruz? bir arkadaşımın evine ilk defa gideceğim zaman heyecan duyarım. belki benim yapamadığımı gerçekleştirmiştir diye. zaten bir insanı tanımanın en iyi yollarından biridir evini incelemek. eğilimleri nedir? kendi için mi yaşıyor başkaları için mi? başkaları ne der diye mi yaşıyor? aklı karışık mı? bilinçaltı karışık mı? kullandığı renkler? astığı posterler? çamaşır çekmecesine bakmadık daha :) zaten bakmayalım demi.
aklımdaki sıra dışı bir evi paylaşmak istiyorum. kalabalık bir caddede yürürken bir bar kapısına geliyorsunuz ve sağa dönüp giriveriyorsunuz evime. ayakkabı çıkarmaya gerek yok. geniş salonda bir çok masa ve sandalye var. duvarda geniş ekran bir tv. salonun sonunda bar tezgahı ve tabii içkiler. barın arkasındaki odaların biri sanayi tipi bir mutfak, diğeri ofis görünümlü yatak odası. okumak istediğin zaman servis açılmış masalardan istediğin birine oturabilirisin. duvardaki tv yi de yine o çok rahat olmayan sandalyeye oturup izleyebilirsin. rahat olmasın çünkü üçlü koltuk kadar insanı rahatlık bataklığına saplanmasını sağlayan bir şey yok. nice değerler o koltukta uzanırken yok oluyor :) ışıklandırması kafe-bar ortamı gibi loşça. sevdiğin arkadaşlarını bar kısmındaki uzun bar taburelerinde ağırlarsın. tabi sen de barmen mevkinde. hadi tamam duvarda dart olsun. benim için de salonun bi köşesinde boks torbası. bar deyince aklınıza nasıl bir dizayn geliyo bilmiyorum ama benim aklımda ingiliz pub tarzı bişey geliyo. fight club ı izlediyseniz bilirsiniz. oradaki üç katlı ev de huzur bulabileceğim tarzda bir ev. kapısında kilit yok, bir sürü eski kitaplar, yağmur yağınca prizlerden su gelen, çeşmeyi açınca zangırdayan tesisat ve kahverengi akan su :)
hayat dışarda. medeniyetin bize sunduğu en büyük ayrıcalık olan, bizi saklarken ve korurken aynı zamanda hapseden duvarların dışında. evinizi sevmeyin. eşyalarla bağ kurmayın. küçük de olsa bişeylerin koleksiyonunu yapmayın. tyler durden in dediği gibi sahip olduğun şeyler gün gelir sana sahip olurlar. bir yere gittiğinizde 8 megapiksel kamera arkasından değil 576 mega piksellik gözünüzle bakın dünyaya. özgürlüğü iç dünyanızda, dış dünyanızda yaşamanız ve damarlarınızda hissetmeniz dileklerimle.
GÜVENMEK Mİ?
Bugün konuşulanlar bana bir kez daha güvenmek kelimesinin
hayatımızdaki rolünün ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Herkes ona
güvenme, buna güvenme, hatta babana bile güvenme diyor. o zaman biz kime
güveneceğiz. Aslında insanlar çok doğru söylüyorlar güvenmeme
konusunda. İnsan evini satıyor, bir heyecanla yeni ev alacağım diye tüm
parasını karşılıksız ve sonsuz güvenle müteahhit e veriyor ve karşıdaki
şeref.... evi başkasına satıyor. al işte insanlık dramı. insan olduğum için nefret ediyorum bazen.. Bu gibi olayları o kadar çok duyuyorum ki ve ben ne yazık ki ders
almıyorum. Yüzüne gülene güveniyorsun kendin hakkında konuşuyorsun veee güümmm!! yüzüne bir çarpıyor eksikliğin ve sen nakavt! Bu bazen eşin,
kardeşin, çok yakın arkadaşın ne bileyim yeni tanıştığın kişi bile
olabiliyor. Peki ne yapmalı? bi de ben kendime çok soruyorum "acaba sen
güvenilir misin" diye. evet ben kendimi güvenilir buluyorum. kimsenin
zayıf noktasından vurmuyorum, bunu yapmaz derlerse hakikaten yapmıyorum
ama niye ben güvenilirim? benim güvendiğim dağlarda karlar hiç
bitmezken ben niye hala güvenilirim ya da hala çok güveniyorum. burada
bir yanlışlık var bence. ya ben de güvenilir biri değilsem işte o zaman
hüngür hüngür ağlarım. Çünkü insan=güven değil mi? o zaman ben insan
olmuyorum. Bu da beni üzer. bunun aslında çok kolay bir çözümü var (yani
ben öyle yapıyorum) EMPATİ. Karşındakini üzmemek adına yapılacak çok
kolay bir yöntem. konuşurken beynini biraz daha hızlı çalıştır, koy hemen
kendini onun yerine o zaman konuş ve davran. bak bakalım kimse üzülüyor
mu, güveni kırılıyor mu? İşte bu kadar basit o zaman hayat ne güzel
olur. Kimsenin dağına da kar yağmaz:)

24 Haziran 2013 Pazartesi
22 Haziran 2013 Cumartesi
yüzler
bir kaç gündür bu konu üzerinde düşünüyorum. yüzler. çok güçlü şeyler hissediyorum. bazen avuçlarının arasına alıp sevmek istediğin bazen zevkle dağıtmak istediğim. :) yo hayır eskiden daha yoğundu dağıtma isteğim. şimdi sevmediklerime pek dikkat etmiyorum. tanrının imzası bence. belki de ondan dolayı yüze vurmak günah diyorlardır. kötü şeyler yapanların yüzleri de kötüleşir bebek yüzlü katiller hariç :) iyi insanların yüzü de nurludur. tabi yüzdeki diğer bir önemli unsur da gözler. avcıların gözleri yüzünün önündedir. av olanlarınki ise yanlardadır doğal olarak. araştırmalar gösteriyor ki yan yana iki göz saldırı anında av üzerinde hipnotik bir etkiye sahip. avcı hayvanlar istedikleri zaman iki ayakları üzerine doğrulabiliyorlar. evet bankada gördüğünüz şişman gişe görevlisi bayan bir avcı. hakkında aşıkların şiirler yazıp uğruna süründüğü gözler bir avcının gözü. yine yüze dönersek; bazı insanların yüzü sert hatlıdır. o kadar ki yüzünün kemiklerini demirden sanırsınız. çenesi ile titaniği batırabilecek insanlar. esrarlı gözlere sahip güzel yüzleri ne yapacaz? bir kere farkedince her gün daha da güzelleşirler. bilir güzel olduğunu ve farkedilmemek için yere bakar hep. tek istediği insanların arasına karışmaktır. zaten diğer insanlara bir kafa daha yüksekten baktığı için lanetlendiğini düşünür. aslında hiç ilgilenmediği şeyleri başıyla onaylayarak ve orada olarak dinler gibi yapar. dedik ya sıradan olmak ve farkedilmemektir isteği. aaa işte yüzler konusu bunun için derin bir konu ve sapıveriyor başka yerlere :)
"poker face" duymuşsunuzdur. ifadesiz yüz. yüz okumada usta olanlar yüzünüzden okur elinizdeki kartların yansımasını. hatta güneş gözlüğü kulanırlar göz bebeklerinin büyüdüğü görünmesin diye. ne de olsa masada ortaya sürülmüş binlerce dolar var. aaaa hatta kullanmayı pek sevmesem de büyük AAAAA! savaşçıların yüz ifadesi var. daha doğrusu gizlenen yüz hatları. bu konuda başarılı bir oyun videosu var izleyin lütfen :)
"poker face" duymuşsunuzdur. ifadesiz yüz. yüz okumada usta olanlar yüzünüzden okur elinizdeki kartların yansımasını. hatta güneş gözlüğü kulanırlar göz bebeklerinin büyüdüğü görünmesin diye. ne de olsa masada ortaya sürülmüş binlerce dolar var. aaaa hatta kullanmayı pek sevmesem de büyük AAAAA! savaşçıların yüz ifadesi var. daha doğrusu gizlenen yüz hatları. bu konuda başarılı bir oyun videosu var izleyin lütfen :)
20 Haziran 2013 Perşembe
mektubunu okudum dün gece. cevap olarak bişeyler yazmaya çalıştım ama olmadı. yapamıyorum dediğin şeyi aslında çok güzel yapıyorsun. eğer kaptırırsan kendini sırlarını öylece paylaşmaktan korkuyorsun çünkü tüm içtenliğinle yazıyorsun. bu da seni ürkütüyor. yüzdüğün o derin sularda ne harika şeylerle karşılaştığını tahmin edebiliyorum ve onları kendine saklamak istemeni anlıyorum. üzüldüm çünkü insan her gün bakış açısını paylaşmaya değer ve perdesiz gözlerle dünyayı gören birine rastlayamıyor. senin için değil ama benzer hislerle söylenmiş sözlerin olduğu bir alıntıyı yazmak istiyorum.
-- "yapamıyorum kinyas. yazamıyorum. bütün bunların hiçbir değeri yok. ne doğru dürüst cümleler kurabiliyorum, ne de gerçeği böylesine anadan üryan anlatmak hoşuma gidiyor. seversin vazgeçmeyi. bu işten de vazgeç. mutluluğundan vazgeçtiğin gibi!" dedim, kalemi masaya atarken--
18 Haziran 2013 Salı
normal deli
bazen hayatın arkanızdan sinsice iş çevirdiğini düşünür müsünüz? gitmek istediğiniz yolları kapatarak ısrarla sizi bir yöne kanalize eder. bütün büyük planlarınızı askıya almıştır. "yaptım" "elde ettim" "başardım" dediğiniz şeyler bile aslında size lütfedilmiştir. her şeyi bırakmak istersiniz, önceki devinimlerinizle planör gibi süzülüp dibe doğru inmek istersiniz ama sert bir rüzgarla sizi yine olmanız gereken yüksekliğe getirir. ya da rölantide seyrederken bir şeyleri başaran insanlar görürsünüz ve "neyim eksik ki bu insandan? ben de yaparım" deyip işe el atarsınız ama backrounddaki dinamikler yine devreye girer ve kös kös olmanız gereken levele getirilirsiniz.
bazen bu durum psikolojik bir belirsizliktir. size ilaç olacak, iyi gelecek kişi yakınınızdadır ama bir türlü aynı frekansta bir araya gelemezsiniz. geçmişte kalan ise hain bir bıçak gibi kalbinizdedir. solgun hayalet gibi baktığınız yerdedir. bütün hesaplar kapanmıştır oysa ya da öyle sanarsınız. vaz geçersiniz. günlük rutinleri saplantılı bir şekilde sürdürürsünüz, otomatik pilota bağlarsınız olmadı mala bağlarsınız ama yine izin vermez o güç. birini gönderir hayatınıza. anne şefkatliyle, ışıl ışıl ama buğulu gözlerle ellerinizden tutar ve kaldırır. gitmeniz gereken yönü gösterir. belki sizinle biraz yürür ve sesi ile dudakları senkron kaybına uğrar konuşurken. yavaşlatılmış gibi kalınlaşır sesi, kelimeler dudakları ile uymaz ve "delirmeni istiyorum" der. gülersiniz ve gelir aklınıza delilikleriniz. dev dalgaların olduğu bir gün sırf rahatlamak için aslında yüzleşip rahatlamak için dalgalarla boğuştuğunuz ama bir saat sonra denizin sizi kabul etmeyip kıyıya attığı aklınıza gelir. ve daha nicesi.
akraba evliliğinin sakat çocuk doğumlarına neden olduğu öğretildi bize. zihinsel ve/veya fiziksel sakatlıklar. bunun yanında insan ırkının adem ile havva ve onların çocuklarının ensest ilişkilerinden türediği de öğretildi. temeli akraba evliliğine dayanan nesiller ve nesillerce aktarılan yaygın bir delilik. o kadar yaygın ki bugünün normal olma kriterlerini oluşturacak kadar yaygın ve kabul görmüş. delilerin hakim olduğu, kanun yazdığı, savaştığı, eğlendiği büyük bir tımarhane. aslında bizim acıyıp deli dediklerimizin sağlıklı zihin yapısında olduğu bir tımarhane.
bu yazıyı sonuna kadar okuduysanız siz de delisiniz :) çıkarken balıklara yem atıverin, benim üstüme de bir battaniye. sıcaktan çıldırmak istiyorum :D
bazen bu durum psikolojik bir belirsizliktir. size ilaç olacak, iyi gelecek kişi yakınınızdadır ama bir türlü aynı frekansta bir araya gelemezsiniz. geçmişte kalan ise hain bir bıçak gibi kalbinizdedir. solgun hayalet gibi baktığınız yerdedir. bütün hesaplar kapanmıştır oysa ya da öyle sanarsınız. vaz geçersiniz. günlük rutinleri saplantılı bir şekilde sürdürürsünüz, otomatik pilota bağlarsınız olmadı mala bağlarsınız ama yine izin vermez o güç. birini gönderir hayatınıza. anne şefkatliyle, ışıl ışıl ama buğulu gözlerle ellerinizden tutar ve kaldırır. gitmeniz gereken yönü gösterir. belki sizinle biraz yürür ve sesi ile dudakları senkron kaybına uğrar konuşurken. yavaşlatılmış gibi kalınlaşır sesi, kelimeler dudakları ile uymaz ve "delirmeni istiyorum" der. gülersiniz ve gelir aklınıza delilikleriniz. dev dalgaların olduğu bir gün sırf rahatlamak için aslında yüzleşip rahatlamak için dalgalarla boğuştuğunuz ama bir saat sonra denizin sizi kabul etmeyip kıyıya attığı aklınıza gelir. ve daha nicesi.
akraba evliliğinin sakat çocuk doğumlarına neden olduğu öğretildi bize. zihinsel ve/veya fiziksel sakatlıklar. bunun yanında insan ırkının adem ile havva ve onların çocuklarının ensest ilişkilerinden türediği de öğretildi. temeli akraba evliliğine dayanan nesiller ve nesillerce aktarılan yaygın bir delilik. o kadar yaygın ki bugünün normal olma kriterlerini oluşturacak kadar yaygın ve kabul görmüş. delilerin hakim olduğu, kanun yazdığı, savaştığı, eğlendiği büyük bir tımarhane. aslında bizim acıyıp deli dediklerimizin sağlıklı zihin yapısında olduğu bir tımarhane.
bu yazıyı sonuna kadar okuduysanız siz de delisiniz :) çıkarken balıklara yem atıverin, benim üstüme de bir battaniye. sıcaktan çıldırmak istiyorum :D
16 Haziran 2013 Pazar
konuşmadığımız her ne varsa sakladım gözlerimde
bir insan hem kırılgan hem de güçlü olabilir mi? bunu düşünüyorum ve yazmaya karar verdim ve eminim yazının sonunda bişeyler aydınlığa kavuşacak çünkü bu sorunun cevabı beyin kıvrımlarımın arasında ve kulaklarım bunun ifade edilişini duymak için sabırsızlanıyor. aklımda mevlananın lale için söylediği "en üzgün gülümseme" betimlemesi var. aforizmayı ne severlermiş eski amcalar :) bu tip gülümsemenin nasıl olduğunu görmek isterseniz öncelikle aynaya bakın ve kendi gülümsemenizden başlayın. değilse çizin üstünü ve sıradakiiii diye seslenin. en üzgün gülümseme için gözlerin yeterince acı biriktirmiş olması gerekir her damla gözyaşını süzüp damıtırken. içe veya dışa akıtılan çooookça gözyaşı gerekir. öyle ki sular çekildiğinde bir balığın ölmemek için çamurdan havuzunu göz yaşıyla doldurarak hayatta kalabileceği kadar. abartıyorum evet. bir keresinde yine bir haziran ayında grip olmuştum. grip hastalığının semptomatik tedavisinde kullanılan tylol hot elime geçti ve ben bunu ilaçtan saymayıp çifter çifter sıcak suya katıp içtim. 2 saatte bir falan. öğlen olduğunda olmayacak bişey için kötü oldum, alıngan oldum ve kendimi odaya kitleyip hüngür hüngür ağladım :..) kendi kendime "lan manyak niye ağlıyon ne oldu lan bana" diye sormayı da ihmal etmiyorum. bir yandan da burnumdan tylol kokusu geliyor tabii. prospektüsü okuduğumda günde 3 defa tek doz alınmalıymış ve doz aşımında da bana olduğu gibi sinirsel hassaslıklar yapabiliyormuş. neyse konuyu dağıtmayak; kırılgan ve güçlü diyoduk. hmmm bir çelik halat gibi sanırsam. tek tek her lifi kırılgan iken bütünü çok sağlam bir yapı. peki bir insansa bu bahsedilen? kırıldığını belli ediyor ama içinde öyle sağlam bir yapı var ki binlerce insanın onu kırmasını kaldıracak ve başı dik yola devam edecek bir potansiyel. aslında kırgınlığını saklamayacak kadar cesur ve arkasına bakmayacak kadar güçlü. oo yeee demek istiyorum burda. çünkü ben hayal kırıklığımı ve kırgınlığımı hiç etkilenmemişçesine saklarım (bkz: kendimi odaya kitleyip hüngür hüngür ağladım) o zaman soru şu: göz yaşlarını gizlemek mi, çekinmeden ağlamak mı güçlü olmak? sanırım biri güçlü olmak biri de güçlü görünmek. "günümüz imaj devri naber :)" deyip işin içinden çıkmasını da bilirim ama... aması yok işte. ağlamayın demiyorum. yine ağlayın hobi olarak ama kapalı kapılar arkasında. ilaç etkisinde olmayan :) samimi göz yaşlarını kızlara bırakın. dakrifili denen bişey de var ama şimdi oralar giremiycem.
15 Haziran 2013 Cumartesi
cumartesi
küçükken çizgilere basmadan yürürdüm. eğer kaldırım taşlarının çizgisi yoksa bile çatlaktan, lekeden kendime basılmaması gereken hatlar bulurdum. çok da para bulurdum. yere bakıyorum ya sürekli :) babam kızardı "niye evdeki kimse bulmuyor da sen buluyorsun?"diye. çaldığımı falan düşünüyordu galiba. sonra karşıdan karşıya geçerken bir iki acı fren sesiyle irkilip dünyaya dönünce kafamı kaldırmamın bu dünyadaki macera süremin uzamasına katkıda bulunacağını anladım ama yine göz ucuyla kaldırım çizgilerini takip ederdim basmamak için. ne zaman çizgilere dikkat etmeyi bıraktım bilmiyorum ama öğrendiğim kadarıyla problemlerden kaynaklanan bir takıntılı olma haliymiş. problemli bir çocukluğum mu vardı? sanırım öyle. hayatımdaki tek problem babam ve onun disiplin anlayışıydı. yemin ederim askere gittiğimde "ooo sen doğuştan askersin" demişlerdi ve çok rahat etmiştim. ne de olsa 17 yıl süren bir askerliğim vardı ve 17 yaşımda babamın ordusundan firar etmiştim :) o günden beri de görmüyorum kendisini. dışarda hayat varmış..
genelde insanlarla samimi olunca bir süre sonra konu buralara gelir ve kendi hayatları üzerinden empati yaparak durumuma üzülürler. inanın o gücü bulsam 5 yaşında ayrılırdım ama şunu da hatırlayın lütfen: "uçurumun kenarına gelene kadar kanatlarınızın olup olmadığını bilemezsiniz" benim varmış. bazen şartlar sizi fena zorlar. her şey aleyhinizdedir ve tüm donanımıyla, senaryolarıyla hayat sanki sizi sıkıştırır köşeye. ya korkup çekilebildiğiniz kadar çekileceksiniz, yanan canınız gururunuza tecavüz edecek ya da intihar bile meşru müdafaaysa şerefimle savaşırım lan diyecek ve korkunun üstüne bir adım atacaksınız. sizi sıkıştıran asıl korkunun dışarda değil içinizde olduğunu göreceksiniz ve kanat çırpmaya başlayacaksınız. çok defa şahit olduğum şey ise, karşısına dikildiğiniz şart, durum, kişi her neyse kendisini tekrar uyarlayıp saygıyla size yol vermesidir. bazen boşlukta bir süre düşmeye devam edersiniz ve sonra kanatlar çıkıverir :) yere çakılanını da gördük. boşluk deyince üç noktalık bir duruş istiyorum burada... yetmedi bir üç daha... derin bir nefes ve uzuuuun bir veriş pufffffffffff :( kendisini sürekli boşlukta hisseden ve aksine ikna olmak için kocaman ve kemiklerini kıracak kadar sım sıkı sarıldığım bi kız vardı. bu gün burda cumartesi acaba orda da cumartesi mi :(
genelde insanlarla samimi olunca bir süre sonra konu buralara gelir ve kendi hayatları üzerinden empati yaparak durumuma üzülürler. inanın o gücü bulsam 5 yaşında ayrılırdım ama şunu da hatırlayın lütfen: "uçurumun kenarına gelene kadar kanatlarınızın olup olmadığını bilemezsiniz" benim varmış. bazen şartlar sizi fena zorlar. her şey aleyhinizdedir ve tüm donanımıyla, senaryolarıyla hayat sanki sizi sıkıştırır köşeye. ya korkup çekilebildiğiniz kadar çekileceksiniz, yanan canınız gururunuza tecavüz edecek ya da intihar bile meşru müdafaaysa şerefimle savaşırım lan diyecek ve korkunun üstüne bir adım atacaksınız. sizi sıkıştıran asıl korkunun dışarda değil içinizde olduğunu göreceksiniz ve kanat çırpmaya başlayacaksınız. çok defa şahit olduğum şey ise, karşısına dikildiğiniz şart, durum, kişi her neyse kendisini tekrar uyarlayıp saygıyla size yol vermesidir. bazen boşlukta bir süre düşmeye devam edersiniz ve sonra kanatlar çıkıverir :) yere çakılanını da gördük. boşluk deyince üç noktalık bir duruş istiyorum burada... yetmedi bir üç daha... derin bir nefes ve uzuuuun bir veriş pufffffffffff :( kendisini sürekli boşlukta hisseden ve aksine ikna olmak için kocaman ve kemiklerini kıracak kadar sım sıkı sarıldığım bi kız vardı. bu gün burda cumartesi acaba orda da cumartesi mi :(
14 Haziran 2013 Cuma
13 Haziran 2013 Perşembe
yağmur
yağmur yağıyor dışarda. yağmuru hep sevdim iliklerime kadar ıslandığımda bile. kokusunu, sesini, serinliğini, hiddetli zamnlarını ve hissettirdiklerini hep sevdim. ama bir haziran gecesi aniden başlayan ve sesi giderek yükselen yağmurun tadı da bir başka oluyor. içimden konuşurum "yağmuru seviyorum" diye ve sonra aklıma yağmurla ilgili şarkılar geliverir. şebnemden: beni sevmezsen yağmurları sev, bulutlar ağlasın sen gül güneş doğsun yeniden. vegadan: yağmurlar yağdğında biri geçerken yanından ellerine tutunur, yağmurlar durduğunda biri kaybolur aniden, bilerek unutulur, unutulur. (çok severim bu şarkıyı. şarkının adı "uçları kırık" -dileğini tutmuş sayar sonsuzdan geri- ne dokunaklı) bir diğer yağmur şarkısı da :) sinemden yaz yağmuru. adını ne zaman ansam yağmur yağar buralara.
sizleri ince ince çiseleyen yaz yağmuru gibi kırgın bir şarkıyla başbaşa bırakıyorum. kendi yağmurunuzu yağdırmak serbest. hem belki gözlerinizin camını silip dünyayı daha net görebilirsiniz de :)
sizleri ince ince çiseleyen yaz yağmuru gibi kırgın bir şarkıyla başbaşa bırakıyorum. kendi yağmurunuzu yağdırmak serbest. hem belki gözlerinizin camını silip dünyayı daha net görebilirsiniz de :)
İşaretler…
Bir yarışma, insanın görmediği yönünü gösterir mi? Ya da öyle bir yönü yok, teşvik var diyebilir miyiz? Hiç tanımadığınız bir insanla, bir yarışma sayesinde sohbet fırsatı bulursunuz ve sonuç: yazı yazmak.. işte bu bir işaret. hiç aklımda yokken birden kendini yazı yazarken buluyorsun ve yazın hakikaten iyi mi, kötü mü bilmiyorsun ama teşvik edilmesi ve beğenilmesi güzel. bu yüzden çok teşekkür ederim.
Eveettt işaretler dedik. bu benim yazı yazmam için bir işaret. Her yaşadığımız olayın öncesinde bize bazı işaretler veriliyor aslında. Onu yakalayıp kendi lehine çevirirsen ne mutlu sana. Zaten zorda kaldığımız anlarda Allahtan bir işaret göndermesini istemez miyiz? işte zor durumu da beklememek lazım. bazen iyi şeyler için de işaretler oluyor hayatımızda.
Olay, yer, herhangi bir eşya ya da trafik işareti bile olabilir :) kararlarını vermekte zorlanırsan işaretler de belirir yeter ki sen onu yakala ve kullan.
sinem ☼
12 Haziran 2013 Çarşamba
bir iki laf
herkesin içinde söyleyemediğim için şimdi söylüyorum. bayıldım tarzına. su gibi hafif, su gibi akıcı. ben çoğu zaman anlatmak istediklerimi kurşun gibi ağır bir paragrafta anlatmaya çalışırken bazı kişilerin tek cümle ile işi bitirip sırtını yaslamasına gıpta ederim. sen de onlardansın ve derinliklerinde yatan güzel paylaşımlarını merakla ve sabırsızca bekliyorum. demişsin ya "beynim, kalbim" diye nice bilge, insanların beyniyle değil kalbiyle hareket etmesini tavsiye ediyor.
zihnimiz bir süngerdir. yüreğimiz ise bir nehir. çoğumuzun akmak yerine sünger gibi emmeyi seçmesi ne garip
korku ile ilişkim: eğer üşenmezsem her türlü meydan okumaya karşılık veririm. uzlaşma ve çatışma gibi iki seçenek olsa ben çatışmayı tercih ederim ve sürekli mantıklı davranmak konusunda kendimi telkin ediyorum. "intihar bir meşru müdafaadır" sözünü söyleyen kişiyle dondurmayı aynı oranda seviyorum :) kim bilir; sırat köprüsünden karşıya yüzülerek de geçilebileceğini ancak düşenler bilir. kıldan ince bir köprüden de geçilir karşıya ok ama düşmemek için verilen mücadele ve yaşanan korkuyla. benim korkum çaresiz kalmak. yaşama sebebim ise inat ve an be an yaratılan bu dünyayı kendime göre inşa etmek. oyun kartları destesindeki joker olmalıymışım. hiç birine mensup değil ama hepsinin yerine kullanılabilir. o da bilmiyor ne ve kim olduğunu. o yüzden şapkasında gerçeklikte yaşadığını unutmasın diye şıngırdayan ziller var. iyi ki gece değil yoksa bu konu fena sarardı ve allah korusun nerelere giderdi :) derine dalmak için erken bir saat bence. çıktım..
zihnimiz bir süngerdir. yüreğimiz ise bir nehir. çoğumuzun akmak yerine sünger gibi emmeyi seçmesi ne garip
korku ile ilişkim: eğer üşenmezsem her türlü meydan okumaya karşılık veririm. uzlaşma ve çatışma gibi iki seçenek olsa ben çatışmayı tercih ederim ve sürekli mantıklı davranmak konusunda kendimi telkin ediyorum. "intihar bir meşru müdafaadır" sözünü söyleyen kişiyle dondurmayı aynı oranda seviyorum :) kim bilir; sırat köprüsünden karşıya yüzülerek de geçilebileceğini ancak düşenler bilir. kıldan ince bir köprüden de geçilir karşıya ok ama düşmemek için verilen mücadele ve yaşanan korkuyla. benim korkum çaresiz kalmak. yaşama sebebim ise inat ve an be an yaratılan bu dünyayı kendime göre inşa etmek. oyun kartları destesindeki joker olmalıymışım. hiç birine mensup değil ama hepsinin yerine kullanılabilir. o da bilmiyor ne ve kim olduğunu. o yüzden şapkasında gerçeklikte yaşadığını unutmasın diye şıngırdayan ziller var. iyi ki gece değil yoksa bu konu fena sarardı ve allah korusun nerelere giderdi :) derine dalmak için erken bir saat bence. çıktım..
Korku.....
insanoğlunun korkuları hiç bitmez. ölüm korkusu, kaybetme korkusu, düşme korkusu vs...
benim korkularımın başında kaybetmek geliyor. sevdiklerimi kaybetmek düşüncesi beni çok ürkütüyor. bazen onların öldüklerini düşünüyorum ve hayal ediyorum. yetmiyor bir de hayalini kurduğum bu şeyin üzerinden ağlıyor ve üzülüyorum. ne saçma! ama bundan kendimi bir türlü kurtaramıyorum. aslında bunun sebebi çok sevmek ve bağlanmak. sadece yakınlarımı kaybetmekle ilgili değil bu konu. arkadaşlarım ya da bir kaç arkadaşım için de geçerli. düşünsene "arkadaş" için bu kadar üzülünür mü¿ sonuçta zamanla arkadaşlarından ayrılabiliyorsun. paylaşımların farklılaşıyor, değişik ortamlara giriyorsun, görüşmeye zaman bulamıyorsun ve bunun gibi sebepler sizi ayırabiliyor :( işte bu bende olmuyor. ben halâ lisede ya da üniverstede çok samimi olan arkadaşlarım için üzülüyor ve onlarla görüşmeye devam ediyorum. çoğu kez ben arıyorum ve belki ben aramasam, onlar beni aramayacaklar. belki de hakkımda "ayy yine arıyor neyse bakayım ne anlatacak" diye düşünüyorlar. ve ben bunları bile bile onları kaybetmekten korkuyorum. önceden bu hissim daha kuvvetliydi. şimdi ise yavaş yavaş geçiyor. saçma olduğunu binlerce kez söylüyorum kendime ve öylece yatıştırıyorum kendimi. artık beynime hükmetmek istiyorum bu konuda.
anladım ki benim beynim, kalbim. çünkü kalbim ne derse ben onu yapıyorum. bu da beni çok yıpratıyor. sanırım artık kalbim kendi görevini yapmalı.
hadi herkes kendi yerine....
sinem
benim korkularımın başında kaybetmek geliyor. sevdiklerimi kaybetmek düşüncesi beni çok ürkütüyor. bazen onların öldüklerini düşünüyorum ve hayal ediyorum. yetmiyor bir de hayalini kurduğum bu şeyin üzerinden ağlıyor ve üzülüyorum. ne saçma! ama bundan kendimi bir türlü kurtaramıyorum. aslında bunun sebebi çok sevmek ve bağlanmak. sadece yakınlarımı kaybetmekle ilgili değil bu konu. arkadaşlarım ya da bir kaç arkadaşım için de geçerli. düşünsene "arkadaş" için bu kadar üzülünür mü¿ sonuçta zamanla arkadaşlarından ayrılabiliyorsun. paylaşımların farklılaşıyor, değişik ortamlara giriyorsun, görüşmeye zaman bulamıyorsun ve bunun gibi sebepler sizi ayırabiliyor :( işte bu bende olmuyor. ben halâ lisede ya da üniverstede çok samimi olan arkadaşlarım için üzülüyor ve onlarla görüşmeye devam ediyorum. çoğu kez ben arıyorum ve belki ben aramasam, onlar beni aramayacaklar. belki de hakkımda "ayy yine arıyor neyse bakayım ne anlatacak" diye düşünüyorlar. ve ben bunları bile bile onları kaybetmekten korkuyorum. önceden bu hissim daha kuvvetliydi. şimdi ise yavaş yavaş geçiyor. saçma olduğunu binlerce kez söylüyorum kendime ve öylece yatıştırıyorum kendimi. artık beynime hükmetmek istiyorum bu konuda.
anladım ki benim beynim, kalbim. çünkü kalbim ne derse ben onu yapıyorum. bu da beni çok yıpratıyor. sanırım artık kalbim kendi görevini yapmalı.
hadi herkes kendi yerine....
sinem
meraba
:) gülücükle başlayalım ki her şey daha kolay olsun. hani derler ya resim çekilirlerken "haberim yokmuş gibi çekin" diye ben de haberim yokmuş gibi başlayayım yazmaya. kimsenin haberi yokmuş gibi.
görünmez adamın görünmez parmaklarının tuşlar üzerindeki hareketleri ve ekranda beliren yazı. yo çok taktığımdan değil görünmezliğe :) küçükken takmıştım ama baya. yapabileceğim muziplikleri düşünür eğlenirdim. başka insanları da davet ederdim bu eğlenceye "görünmez olsan ne ypardın" diye. şimdi ise görünmez olmayı bir köşeye çekilip dinlenmek için istiyorum. kısa bir mola için, hmm belki gaipten sesler duymaktan korkan bir kızı korkutmak için de olabilir :) şaka bi yana akşamlar benim için kendimi dinlediğim, dinlendiğim anlar belki bir sığınak. yalnız kalmak ve iç sesimi duymak benim için bir meditasyon. ama işte bazen gün içinde de ihtiyaç duyuyorsun akşamı bekleyemeden. aslında dışarda yaşadığımızı sandığımız herşey beynimizde yaşanıyor. dünyanın iyi veya kötü oluşu ise senin algınla ilgili. yoksa aynştayn boşuna dememiş "insanın kendine sorması gereken en önemli soru, evren bana dost mudur?" diye. yani gerçeklik vereceğin cevaba göre değişiyor. ya mevlana? "bu dünya gül bahçesidir. gül düşlersen gül kokarsın, diken düşlersen yolların diken olur" demiş. nerden aklıma geldi bilmiyorum ama yüz hatlarını değiştirip aynaya baktığında neyle karşılaşacağını merak eder miydin hiç? :) ben en çok gözlerim kapalı iken nasıl göründüğümü merak ederdim ve.. tabii ki bişey göremezdim.
iyi bir dinleyici misin? dinlemek ve inanmak en zorudur. anlatmak ve uydurmaktan. olağanüstü bir saflık ister. kulak ile beyin arasında tertemiz bir yol ister. sen dinliyorsun ve bu yolculukta istediğin yerde inebilir misin atlar mısın onu bilemem :) ha balıklara yem vermeyi unutma.
görünmez adamın görünmez parmaklarının tuşlar üzerindeki hareketleri ve ekranda beliren yazı. yo çok taktığımdan değil görünmezliğe :) küçükken takmıştım ama baya. yapabileceğim muziplikleri düşünür eğlenirdim. başka insanları da davet ederdim bu eğlenceye "görünmez olsan ne ypardın" diye. şimdi ise görünmez olmayı bir köşeye çekilip dinlenmek için istiyorum. kısa bir mola için, hmm belki gaipten sesler duymaktan korkan bir kızı korkutmak için de olabilir :) şaka bi yana akşamlar benim için kendimi dinlediğim, dinlendiğim anlar belki bir sığınak. yalnız kalmak ve iç sesimi duymak benim için bir meditasyon. ama işte bazen gün içinde de ihtiyaç duyuyorsun akşamı bekleyemeden. aslında dışarda yaşadığımızı sandığımız herşey beynimizde yaşanıyor. dünyanın iyi veya kötü oluşu ise senin algınla ilgili. yoksa aynştayn boşuna dememiş "insanın kendine sorması gereken en önemli soru, evren bana dost mudur?" diye. yani gerçeklik vereceğin cevaba göre değişiyor. ya mevlana? "bu dünya gül bahçesidir. gül düşlersen gül kokarsın, diken düşlersen yolların diken olur" demiş. nerden aklıma geldi bilmiyorum ama yüz hatlarını değiştirip aynaya baktığında neyle karşılaşacağını merak eder miydin hiç? :) ben en çok gözlerim kapalı iken nasıl göründüğümü merak ederdim ve.. tabii ki bişey göremezdim.
iyi bir dinleyici misin? dinlemek ve inanmak en zorudur. anlatmak ve uydurmaktan. olağanüstü bir saflık ister. kulak ile beyin arasında tertemiz bir yol ister. sen dinliyorsun ve bu yolculukta istediğin yerde inebilir misin atlar mısın onu bilemem :) ha balıklara yem vermeyi unutma.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)