Zamanın iki yüzü var. İki boyutu. Uzunluğunu güneşin seyri belirliyor. Derinliğini ise tutkular*...fazlası eksiği demeden 10 yıl diyorum birlikte geçirdiğimiz zamana. Bu on yılı derinleştirdiğin, anlam kattığın için teşekkür ederim. Normal günlük aktivitelere göre seyrek bir arada olduk. Sadece buluşmak değil, seni gördüğüm her anda, sana yazdığım-senden okuduğum her mesajda, aklımı meşgul ettiğin ya da beynimde sana kaçtığım düşümde, seni hatırlatan her melodi-şarkı sözünde, yüreğime düşen her göz yaşı izinde, bakışlarını hatırladığım her iç yangınımda seni yaşadım. Buluştuğumuzda ağzımız kuruyana kadar öpüşüp kenarda duran bir sürahi suyun yetmeyeceğini düşündüğümde aslında seni içtiğimi anlamıştım. Seni içmek, denizi içip susuzluğunu gidermek gibi. Hissetmeyi ve güzel sevmeyi öğrendim senden. Ve daha bir sürü şey..
Gözleri gözlerime daldı, bir kitap gibi okumak istiyordu sanki beni*. Bu bendim evet. Sana dalmıştım ve sen <alla alla niye bana böyle sabit bakıyor bu adam> diye düşünmüştün. Seni okumak. Her kelimenin altını çizmeyi istemek ama kıyamamak. Satır aralarını okumak, dönüp bir daha okumak, olmadı anladıklarımı unutmayayım diye seni yazmak. Ve daha bir sürü şey..
Aşk ilk günkü gibi kalabilir, heyecan da öyle. Aylar da geçse, yıllar da geçse. Hayat, insana bıkkınlık verecek kadar uzun değildir*. Ve bir sevgililer günü daha geçiyor işte. Tutkum içime, tutkun içine hapis. Ve daha bir sürü şey..