27 Ağustos 2013 Salı

blogFm2



Merrrabaaaa blogFm dinleyicileri :) sizleri özledik valla. Geçen gün “yarınki konuklarımız” demiştik ve yarın olmamıştı bi türlü. O yarın işte bu güüüün :)
Konuklarımızı öğrenmek için sabırsızlanıyorsunuz biliyorum. Sizleri daha fazla merakta bırakmıycam ve işte ilk konuğumuz ev işlerinin püf noktalarını ve evde karşılaşacağınız sorunlara önerdiği pratik çözümlerle gizem sonütücü!!! Hoş geldiniz sonütücü :)
*hoş bulduk*
İkinci konuğumuz her nasılsa başarılı diye lanse edilen ama dereceleri olmayan boksör gürgen morgül!!
“hoş geldiniz”
:) biraz heyecan var anlaşılan hos geldiniz i ben söyleyecektim ama olsun hoş bulduk.
“hoş bulduk”
:) peki tamam siz de hoş geldiniz..  sayın morgül bize kendimizi nasıl koruyacağımız hakkında yararlı bilgiler ve zinde kalmak için bazı temel  egzersizler konusunda yardımcı olacak bugün.
 Veeee sürpriz konuğumuz beslenme uzmanı ve diyetisyen senem kamitirik :D  hoş geldiniz
<mersi :)>
İlk olarak sonütücü ile başlamak istiyorum. Nedir sizi herkesin çok yaygın olarak yaptığı bir dalda söz sahibi yapan?
*planlılık, kararlılık ve dinlenme zamanlarını kaçırmamak. Ne zaman dinleneceğinize planlamada yer vermezseniz ipin ucunu kaçırırsınız.*
Gerçekten ilginç bir yaklaşım. Ev işlerini planlamak? Benim hiç aklıma gelmemişti.
*planlamayı sabah yapmalısınız. Sevdiğiniz tv programı varsa  dinlenmeyi o saatlere koyarsınız. Planlı olmak iyidir. Eşiniz eve gelince işler bitmelidir. Bitmeyenler de ertesi güne kalsın. Yarınlar çuvala mı girdi. Böylece hem elektrik süpürgesi ile kafa ütülemezsiniz hem de eşiniz in karşısına gündelikçi kadın gibi çıkmazsınız :)*
<bi dakka bi dakka ben çalışan bir kadınım. dışardan gelip ev  işlerini yapıp eşimin karşısına o şekil çıkmamak için kül kedisinin perisinden lazım bana. Hem bebek de var. Bunlar için pratik çözümünüz var mıydı acaba?>
*aaa rica ederim. Çalışan bayanlara tabii ki sözüm yok. gündelikçi kadın olmanıza gerek yok.  bütçenizden biraz para ayırıp temizliğin ağır kısımlarını halledebilirsiniz. Ha tabi “temizlikçi ne der” diye bir kaygınız varsa ön temizlik yapmak için yanıp tutuşuyorsanız tanıdıklarınızın da kullandığı kadını almayın olur biter :) *
“:) ben mesela temizlikçiden sonra eşyalarımın çoğunun yerini bulamıyorum.  Tabii telefon açıp soruyorum bulamadıklarımı. Bi keresinde telefonun şarjını bulamadım. Sordum sarj aletini sen mi kaldırdın diye. O da -her şeyi benden biliyorsun ha- dedi. E bulamadım dedim ben de. O da –orta sehpanın çekmecesinde –dedi :) ya kime soracaktım demi?”
   Ahahaha evet benim de öyle bir anım var. Kırışık kalması gereken keten camel gömleğimi jilet gibi ütülemiş ve kot pantolona ütü çizgisi yapmış. Peki sayın sonütücü, benim kıymetli mobilyalarımın üzerinde beyaz beyaz bardak izleri var. Onların bir çözümü var mı?
*tabii ki. Çözüm zımpara. Mobilyanın üretimi esnasında sürülen tüm cilayı zımparalayın gitsin. Hem naturel mobilyalarınız olur hem de gönül rahatlığıyla sıcak soğuk bardak tabak koyabilirsiniz :)) şaka şaka. Biraz kolonya dökün ve yayın lekenin üzerine. Sonra çakmakla kontrollü şekilde kolonyayı ateşleyin. Beyazlık kaybolunca ki bu da iki üç saniye sürer, bezle silin hemen. Biraz daha kalmışsa tekrar aynı işlemi kontrollü şekilde yapın. Fazla yakmayın ama. Az miktar kolonya, hemen yüzeyde mavi alev ve silin. Benim senem hanıma sorum var sorabilir miyim?*
<Tabii ki buyurun>
*nasıl  bu kadar incesiniz? Ne yapıyorsunuz? Genelde göz doktorları gözlük kullanır. Diyetisyenler de kilolu olur. Sırrınız ne?*
< teşekkürler öncelikle :) yalnız benim yaptıklarımı yapmak istemezsiniz. Ben bi oturuşta 1,5 tereyağlı İskender, 1 kıymalı pide ve üzerine peynirli künefeyi eziyorum. Ve tabii masada ikram namına salata, ezme, yoğurt, boş pideleri de>
“yok artık (boşan da semerini ye) senem hanım ciddi olamazsınız. Ben aktif sporun içindeyken bile bu kadar yemiyorum”
*ahahah ben de şaşırdım. Çok şakacısınız :)*
Evet sayın kamitirik. Ne yaptınız siz böle?
<peki peki sizi daha fazla dumura uğratmadan sırrımı söyleyeyim. Bebeğim var ve emziriyorum ondan böle>
“hoooo”
*hmmmm*
Haaaaa ondan ok. Peki zayıflamak isteyenlere hamile kalıp emzirin mi diyorsunuz? Daha geçerli tavsiyelerinizi can kulağıyla diliyoruz.
<yeşil çay için. Vücuttan yağların suyla atılmasını sağlar. Prensipli beslenin. Yani akşam yemeklerini erken yiyin ve kesinlikle makarna, patates, ekmek, pirinç ve hamurlu yemeyin. Bir porsiyon et ve sebze yeterli olur. İlerleyen saatlerde bir iki badem, ceviz, elma falan. Sabah kahvaltısını abartabilirsiniz. Öğlen de abartmadan makarna pilav yiyebilirsiniz. Hareketli yaşam öneriyorum bir de>
Şimdi oldu :) peki sayın morgül sizin savunma ve mücadele sanatlarında geçerli bir isminiz var.  bayanların kendini koruması ile ilgili ne diyeceksiniz?
“kesinlikle alet kullanmalılar. biber gazı spreyi ya da şok tabancası işlerini görür. Size saldırmayı göze alan bir erkekle mücadele edemezsiniz. Etraftaki insanlara da pek güvenmeyin sizi kurtarırlar diye. Pek değil hiç güvenmeyin.  Eğer polisi ararlarsa kendinizi çok şanslı sayın”
<peki ya mücadele sporları? O kurslar boşa mı?>
“pek boşa sayılmaz kamitirik hanım. Mücadele sporları yaparak kendinize güveniniz artar ve bu da duruşunuza yansır. Kurban gibi durmaz ve yürümezsiniz. Çantanızdaki şok tabancasını kullanacak güveniniz ve çabukluğunuz vardır ve bu güvenli görüntü saldırganın hedef değiştirmesini ya da vazgeçmesini sağlar. Kadına saldırmayı planlayan biri sonuçta korkak biridir”
İsmini vermek istemeyen bir dinleyicimiz telefonla bağlandı programımıza. Sayın sonütücüye sorusu varmış. Meraba dinleyici. Bizi nerden arıyorsunuz?
- sizi wc den arıyorum ıgggh- kestiiiiik oluyor böyle arada :)
*kesmeseydiniz adamcağız belki kabız olmuştur. Belki kilitli kalmıştır belki sizin sorunuz yanlıştır :))*
Haklısınız soruyu değiştirmeliyim. Tivitırdan bir soru var. 2kşlkylnzlk rumuzlu bir dinleyicimiz soruyor. –sorum sonütücüye: ben duşa o gün giydiğim tişört ve şortumla giriyorum. Hem ben hem de kıyafetler yıkanıyor. Çıkarıp tersini giyiyorum bir de o yüzü keseliyorum. Kıyafetler temizlenene kadar ben çoktan temizleniyorum. Sonra sıkıyorum falan :) sizce pratik ev işi uygulamaları literatüründe yerini alabilir mi bu yaptıklarım. Teşekkür ederim-
*neden olmasın ismini telafuz edemediğim dinleyici. Yaz mevsiminde çok başvurulan bir yöntem bu. Biz buna literatürde “yapışık tişört” diyoruz. Hem zamandan hem de alentrikten tasarruf yapılabiliyor. Bazı kimselerin iddia ettiği gibi –o tişört temizlenmez öyle- değil yani :s  mesela kıyafetlerle de denize giriyor bazı insanlar. Elbise deyip geçmeyin onlarında canı deniz çekiyor ;) *
Konuklarımıza teşekkür ederiz :) az önce uzun zamandır görüşemediğim bir arkadaşımdan İngilizce mektup anlamına gelen bir “mail” aldım. Yoksa programdan sonra 911 i arayıp kayıp ilanı verceğidim. 24 saat haber alamayınca kayıp sayılıyor ya ondan. Neyse çok sevindik bakıcıyla iyi geçtiğine. Eşimgiller datçaya gitti. Dün antrenmanda teknik ağırlıklı çalıştık. Hep maç olmaz :)
Ve her şeyin yolunda olmasına çok sevindim :)
ekleme: kendisine bir şarkı armağan etmek istiyorum

21 Ağustos 2013 Çarşamba

basit bir günaydın yazısı yazacaktım olmadı :)



Günaydın blogFm dinleyicileri. Bu gün konuklarımızdan biri, klasik oto dergisi, “taş tekerlekler magazin”den  köşe yazarı sinem taş.
Hoş geldiniz sayın taş.
<ilk adımla hitap ederseniz sevinirim. Dinleyicilerin hayal gücünü zorlamak istemeyiz değil mi :) >
Ok ok ok sinem hanım. Son köşe yazınız %89 hit almış. Hep mi böyle yazıyordunuz yoksa sizi yeni mi fark ettiler?
<biz babamla bu dergiyi kurduğumuzda resmini çekecek klasik bulamıyorduk. Biz de hayalimizdeki arabayı yazmaya karar verdik. >
Yani bi nevi o aklınızdaki resimleri yazıya dökerek çizdiniz
<ooo yee aynen öyle yaptık. Yazıyla resim yaptık ve insanların hayal güçlerini harekete geçirdik aslında>
Ama bir klasik dergisinde iyi fotoğraflar olmazsa olmaz
<dabii ki farkındaydık bunun. Kitlemiz az fakat kaliteli, okuyan ve hayal gücü olan insanlardı. O az sayıda insan bizim hayallerimizden beslenip kendilerine iyi arabalar tunning yapmaya başladılar>
Çok ilginç gerçekten. Peki onlarla iletişimizin var mıydı?
<oraya geliyorum şimdi; sonra o hayal gücünden beslenerek toplanan  arabaların resimlerini göndermeye başladılar. Biz de sanatsal çekim yapan fotoğrafçılarımızı güzel bulduğumuz klasikleri çekmeleri için gönderdik ve sonucunda dergimiz sinerjik olarak yani onlar bizden biz onlardan beslenerek  daha da gelişti.>
yani aslında yazma işi çok eskilere dayanıyor
<aynen. Taş devrine kadar gider yani :))))>
Derginin kuruluşu demek istediniz anladım :) işte diğer konuklarımız da geldi. Psikoloğumuz sayın  sülalesi rahat ve  yılın annesi adayı evham hanım.
“hoş bulduk”
:) hoş geldiniz dememiştim ama tabii siz meşgul birisiniz ve hemen konuya girelim istiyorsunuz sayın sülalesirahat
“yoooo-o. acelem yoq. siz lafı uzatmayın diye dedim bu arada bana kısaca "rahat" diyebilirisniz.
Pekkki nasıl isterseniz. Evham hanım siz nasıl hitap edilsin isterseniz? Ve hoş geldiniz tabii
*h.b. madem sordunuz ismimin, nüfus görevlisinin yanlış anladığı gibi değil de olması gerektiği gibi eyşan olarak anılmasını tercih edrim hi-hi :)*
“eşyan hanım yıllarca size evham dediler. Bu sizde bir etki yarattı mı olumsuz anlamda merak ettim”
*yaratmaz mı rahat bey. Çok evhamlarım oldu ne yazık ki. İyi bir anne olamamak, iyi yazı yazamamak, aman insanları kırmamak gibi bir sürü yersiz endişelerim oldu. Sona öğrendim ki endişelerin %70 i yersizmiş. Yani büyük ihtimalle olmaycak bişey için niye endişe edeyim ki? Ve zaten olacakların da önüne geçmek mümkün değilse ben endişe etsem de olacak etmesem de. Ben de bıraktım sigarayı bırakır gibi bir kararla.*
Ve işte bu sayede karşınızda yılın annesi adayı bir kadın :) rahat bey sizce eşyan hanımın yaklaşımı nasıl?
“tabii ki doğru ama herkes kendi kendini böyle telkinle tedavi ederse bize ne gerek var demi :) şaka bi yana bir noktada hayatın kontrolünü elimize almamız gerekiyor. Matrixte niyo nun yaptığı gibi kurşunlara doğru elimizi tutarak dur dememiz gerekiyor. Yoksa biz iyileşmek istemeyen bir hastayı asla iyi edemeyiz”
<ben şeyi merak ediyorum eşyan hanım çocuğunuzun her istediğini yaptığınızda doyumsuz şımarık, marketlerde istediğini aldırmak için sinir krizleri geçiren şirret çocuklar yetişiyor. Yapmadığınızda ise suçluluk duyuyorsunuz iyi bir anne değil miyim diye sorguluyorsunuz kendinizi. Siz bunu nasıl hallettiniz?>
*:) çok kolay sinem hanım. Hiçbir zaman zaafımı kullanmasına izin vermedim. İçim kan ağlasa bile kararlı oldum tutumumda ki bacak kadar çocuğa patron kim gösterdim :) akıllı olan, tecrübeli olan, kişilikli olan, sabırlı olan ve çocuğumun nasıl bir insan olacağına karar veren ben oldum. Karşımızda her yönüyle ilgimize, eğitimimize, anneliğimize muhtaç bir varlık var 3 günlük dünya hayat tecrübesiyle zaaflarımı yönetmesine izin vermedim*
Peki psikoloğumuz ne diyor bu konuda
“evham hanım pardon eşyan hanım çoq haklı. Çocuğun kişiliği ilk 7 yılda oturuyor ve ne olacaksa o yıllarda oluyor. Anne baba çalışıyor ve çocukla pek zaman geçiremedikleri için çocuğun her istediğini yaparak bu açığı kapatmaya çalışıyorlar. Ya da biz yokluk çektik çocuğumuz çekmesin diye istediği her şeyi veriyorlar. Tabi gözden kaçırdıkları şey çocuk küçükken istekleri de küçük ve ucuz. Amaaan çocuğumdan  mı sakıncam 10 liralık barbiyi diyerek alıyorlar ve yazık o barbi hiçbir zaman oynanmayacak otuzuncu barbi olarak yatıyor hüzünle. Çocuğun istekleri nesnel değil artık dediğini yaptırma tatmini şeklinde gelişiyor. Veeee ne yazık ki ilk 7 yıldan sonra geri dönülmez hasarlar ve kişilik bozukluğu olarak yazılıyor haneye. Ergenlik çağında isteklerin fiyatı arttığı için anne baba ilk defa çocuğa hayır demeye başlıyor. “Hayır”ı tanımayan bünye isyan ediyor. Çatışıyor ve tatmin edilmediği için agresif ve nefret dolu oluyor. Bu sefer anne baba çocuğu disiplin etmeye kalkıyor ve   geçmiş olsun çok geç. kişilikte o tatminsiz dinamik çoktan geri dönülmez biçimde yerleşti”
Bunun kötü örnekleri aklınızda var mı acaba?
“evet bir örnek verebilirim. Çocuk her istediği yapılarak büyüdüğü için reddedilmeyi asla kabul etmiyor. Bir gün okulda “hayır” dendiğini görüyor ve çatışıyor. Arkadaşları arasında evdeki gibi pohpohlanmıyor ve çatışıyor. Maçta hakemle çatışıyor. Sevgilisi hayır dediği için çatışıyor. sevgili kısmı önemli.  Çünkü sevgilisi önce onu seviyordu. O da sahiplenmişti. O tip çocuklar yıllarca oynamasa bile bir tane oyuncağını çıkarıp misafir çocuğuna vermek istemez. Hani derler ya evladın olsa sevilmez diye öylesine şirret olurlar bianda. Sevgilisi de ayrılmak ister artık onun olmak istemez ve derecesi cinayete kadar varan şiddet görebilir”
Sinem hanım bişey söylemek istiyor galiba buyurun
<yıllar önce bir kitapta okumuştum. Çocuk yetiştirme konusunda. Çocuğunuzun on yaşına kadar patronu olun, onla yirmi arasında anne babası olun, yirmiden sonra arkadaşı olun :)>
“evet sinem hanım çok doğru ama bakın etrafınıza hisleriyle davranıp hep tersini yapanlar var. On yaşına kadar anne babası olurlar dolayısıyla kararlı bir eğitim vermezler. Ergenlik çağlarında çocuğun arkadaşı olurlar destek olacaz diye o da yanlış ergenlikte disiplin de gerekli yani tatlı sert yaklaşımlar olmalı. Her şey biter çocuk yirmiyi geçer bu sefer anne babası olmaya kalkarlar. Çocuğum hırkanı giy hava soğuk. Al çocuğum çorap getirdim. 30 yaşında hala ailesiyle yaşayan, agucuk bugucuk tavırlara “aman anneeeeeee!!!” diye çıkışan  olgun insanlar. Görmüşsünüzdür :)”
Bize ayrılan sürenin sonuna geldik sayın blogFm dinleyicileri. Psikoloğomuz sülalesirahat a, yılın anne adayı evham hanıma ve başarılı bir çıkış yapan daha doğrusu yeni fark edilen köşe yazarı sinem taş a teşekkür ederiz. Yarın, ev işlerinin püf noktalarını ve kendi sırlarını bizimle paylaşacak olan  gizem sonütücü ve bir türlü istediği çıkışı yapamayan ama nasılsa başarılı!! boksörlerimizden gürgen morgül ile birlikte olacağız :) iyi günler..
Rek-lam-lar
Ovalıyorum ovalıyorum çıkmıyo :((
(KÜÜÜT) al bunu dene!!
Harikasın fenis quantum :D

15 Ağustos 2013 Perşembe

PAHA BİÇİLEMEYEN YUMURTA

size konuyu anlatmak için resim çizdim. anlayamayacağınızdan değil benim öyle hoşuma gittiği için. yumurtanın yanına çavdar sarısı ekmek de çizsem iyi olurmuş. "değer"i anlatan en güzel cümle bence aşık veysele ait. hadi biraz zorlayın hafızanızı. yazmayacağım çnkü biliyorsunuz o meşhur sözü. değer kavramı insana aittir. pek severiz bişeylere anlam ve değer yüklemeyi. maddi ve manevi değeri olan şeyler vardır hayatımızda. durun bi dakka. yukardaki resme bakarken bir eksiklik farkettim. yere çarpılarak kırlan yani boşuna kırılan bir yumurta da eklesem iyi olurmuş. altındaki yazı da "değer yargısı" :) yani başkasının değer dediği şeyi "hadi ordan" diye eleştirmek. eleştirmeyip kendisi için hiç bir şey ifade etmese dahi sırf başkası çok değer verdi diye o şeye sahip olmak isteme arzusu da var ki psikojide adına ne diyorlar bilmiyorum. örnekleri var ama aklımda. bir kız var ve onu çok isteyen oluyor. kız da herkese burun kıvırıyor ve geri çeviriyor. kız kardeşi var bir de bu kızın. görece daha az gösterişli. onu isteyen ve red edilen bir kişi kız kardeşini istetiyor sonra. küçük kız kabul ediyor ve çok mutlu bir nişanlılık dönemi geçirmeye başlıyorlar. alışverişler, gezmeler, randevular falan. ikisi de çok mutlu ve büyük kız aniden ne oluyorsa o daha önce redddettiği adamı çekici ve ideal olarak görmeye başlıyor hatta delice aşık oluyor. ulaşılamaz durumda ya artık. onların her gülüştüğü, her mutlu olduğu an ona ateşli, dikenli kırbaçlardan daha çok acı veriyor. hikayenin gerisini anlatmasam olur ama sinem merak eder şimdi :) bu büyük kız akıl danışmak için bir büyücüye gidiyor. hemen kaşlarınızı kaldırmayın. eski zamanın psikologları aynı zamanda bu bilge büyücüler. büyücüye anlatıyor derdini. büyücü hatırladığım kadarıyla şöyle diyor: "bazı insanlar için mutluluk bir resimdir. kafalarında bir mutluluk resmi vardır. saplantılı biçimde o resimdeki herşeyi aynı çerçevede bir araya getirmeye çalışırlar. o resim tam olmadan asla mutlu olmazlar. böyle olunca mutlu olunacak küçük anları hep kaçırırlar. kafandaki mutluluk resmini değiştir kızım ve bir süreliğine başka bir şehirdeki akrabalarının yanına seyahate git. çözüm bazen insanı teskin eden, yatıştıran bir ilaçken, bazen kafandakileri yerli yerine koyacak bir öğüttür. bazen de mekan değiştirmektir. çünkü bunalımlarda çoğu zaman hasta olan mekandır." kıza hava değişimi yazıyor yani :) kız yolculuğa çıkıyor ve kısa sürede kervanın atletik muhafız komtanına aşık oluyor  :) sonra gittiği yerde başka bir uzaktan akrabaya aşık olup evleniyorlar ve sorunu çözülüyor. değer konusuna dönelim lütfen. değer göreceli demişmiydik bilmiyorum ama oscar vilde ın bir sözü var bu konuda. "günümüzde insanlar her şeyin fiyatını biliyor ama değerini bilmiyorlar" aslında tam sona koyulacak söz ama ben daha kılıçlardan, elmaslardan, göreceliklten bahsedeceğim. mesela gevrek gevrek "her şeyin fiyatı vardır koçum" diyen birini oracıkta öldürmek isterim. öldürmeden önce de "hadi hayatın için fiyat biç belki vaz geçerim" derim. tabii ki vaz geçmem :) benim için olmak, sahip olmaktan çok daha önemli. japon imparatorluk sarayında bir kılıç var. nesliden nesile korunmuş ve nesillerce savaş görmüş. o kılıca sahip olamazsınız. manevi değeri çok büyük. manevi değerini belirleyen kısas, o kılıçla öldürülen insan sayısı. yanlış hatırlamıyorsam 5000 kadardı aldığı canlar. prens savaşırken arkasında bir muhasebeci vardı sanırsam çentik atıyor falan her öldürdüğü savaşçı için :) alın bir değer ölçüsü daha. "sevgilim bana olan aşkının ölçüsü ne? beni ne kadar seviyorsun?" -hmmmm seni 50 eros kadar seviyorum- :) herşeyi ölçüyoruz ya. yakında eğitim de kilowatt/saat ile ölçülecek.sınıftan çıkan çocukların beyin ısısı ölçülüp öğretmenin beyin ısısına bölünerek ne kadar kaliteli eğitim verildiği anlaşılacak :) walla bazı hırslı ve onaylanma arzusu ile yanıp tutuşan hocaların sınıfından yanık kokusu gelir. sınıftan çıkan çocukların kafalarında duman tütüyor düşünsene :)
konuya dönelim. en son elmaslardan bahsedeceğim. ne kadar pahalı ise kadına verdiğin değer, aşkın o kadar büyük öyle mi? mesele estetik kaygılar mı? dört C ölçütü. clearity-carat-color-cut. zirkon taş da elmas kadar estetik durmakta. a-b-c sınıfı taşların fiyatı pazarlığa tabi. ne tututurabilirsen yani. d sınıfının en kaliteli 1 karatlığı 28000$   d sınıfı en kalitesizi ise 1700 dolar. yüzük ve işçilik hariç tabii. (bkz:) bu adresten hesaplayabilirsiniz. neyse işte gerçek aşıklar için aşkın değeri hediyelere indirgenemez. meta olmayacak kadar yükseklerdedir. elmas gibi yerin 300 metre altında gerçek aşk aranmamalıdır. elmas, altın, mücevher neyin gerçek olduğunun farkına bir türlü varamayanlar için bir ölçü birimidir. yoksa erkek, sevdiği kadının kalbine aşkının verdiği ilhamla yazdığı bir şiirle de dokunabilir.

7.caddeden görünümler

7. caddenin baş tarafı. 7. cadde diyorum çünkü bir türlü bişkek, taşkent her ne karın ağrısıysa alışamadım. bilsem de söylemem. taksiciye 7. cadde derim götürür :) emek 4 ve emek 8. cadde de aynı şekilde.
 ankaranın göbeğinde yunus balıkları. aman ne yaratıcı diyecem ama belki sıcaktan bunalıp tatile gidemeyenler için göz tesellisi oluyordur.


 caddenin yukarı tarafları
 o balıkçı hep orada. yan taraflarında çiçekçiler var.
 ara bir sokak
 cadde
 başka bir ara sokak
 trafik bayağı yoğundu ama fotoğraflarda pek belli olmuyor. telefonla çok iyi çekimler yapamadım. gökyüzü fazla parlak, bulunduğum yer fazla loştu.

gitme dünyam dönsüm

iyi geceler

Çöle kıyısı olan kentlerin
limanları sıkıcı olur
kuş uçar gemi geçmez,
kervan zaman içinde.
böyle kentlerde insan
fırtına gibi sever,
sevdiği için ağlamayı.

hangi türküde sevmekten bahsedilse
ben hicaz olurum
elimi ıslatır elinin teri
                                       ziyan olurum

                                seni sevmekle ıslanır akşam sefalarım
                                hangi türküde sevmekten bahsedilse
                                bu çölde ben
                               'şair burada yaşadığı kenti çöle benzetiyor'da
                                bahsedilen şair olurum.
                                                                yılmaz erdğn

meksika sınırı

hep bir meksika sınırım olsun isterdim,
alamancı komşumuzun siyah beyaz tevesinde
kovboylar hep meksika sınırına giderdi
kimse dokunamazdı sınırı geçtiler mi

meksika sınırı isterdim en sevdiğim şairlere
hep hapiste olurlardı nedense
hapis yatmış olurdu yoldaşım gönüldaşım
saf tutmak istediğim namazda omuz omuza

hapse düşersin derlerdi
tutup ciğerimden yazsam

en sevdiğim filim artisi
hapsi boylardı illaki
filmin en güzel yerinde

camimizin imamı
edebiyat öğretmeni
meksika sınırımız olmadığından belki
ortasında dururlardı
en canalıcı lafın
bir damar kabarırdı cümlelerinde

meksika sınırı olsaydı türkiye'min
ondokuz yaşımda sevdiğim kızla
atlar geçerdim sınırı kimse dokunamazdı
yerine gayrettepe'de dayaklar yedim
günlerce uyutmadılar siyasi şubede

şimdi
meksika sınırına iki saat mesafede
tekrarlayıp duruyorum kendi kendime
bir meksika sınırı lazım her memlekete
meksika'nın kendisine de.
                                         mehmet efe

10 Ağustos 2013 Cumartesi

ordan burdan

karalayalım bakalım bişeyler. aklmda konu yok. dışardan anlamlı görünen anlamaya çalıştıkça içinden çıkılamamasından mütevellit bunun farkına varınca da istemeden müsebbibi olunmuş yirmikaçıncı yüzyıl yazı sanatının güzide bir örneğidir bu. hani bazen orta hakeme duygusal hisler besleyip sırf onunla göz göze gelebilmek, kendini farkettirmek için yerli yersiz ofsayt bayrağı kaldıran yan hakem gibi "ben de burdayım" dersiniz bazen hayata :) şu anda dışarıdan akordeon çalan bir çift geçiyor. tabii ki şarkıları hüzünlü "hatırla sevgilim" tarzı. eski türk filmlerindeki gibi. kadının elinde bozuk paralar için plastik bir bardak. adam da ağır akordeonu taşıyor ve çalıyor. daha önceki evimizde yıllarca "abi kalem al" diye bağıran görme engelli bir adamı duyardım. arada bir geçerdi. duyardım bakmazdım. sokağın olmazsa olmaz dekoru gibiydi. bir gün, bulunduğum şehirden farklı posta kodundan olan telefonda konuştuğum kız, görme engelli bu adamın sesini duydu ve "o ses ney" dedi? dedim böle böle. "bana o adamdan kalem al noooooooooooolur" tamam dedik amk yatağa uzanmışım kalktım apar topar şortu fılatıp kotu geçirdim bacağıma son bi aynaya baktım üstümde uyurken güreştiğim yamulmuş tişört ehh idare eder, saçlar da eh işte kapıya koştum terliği taktım ayağıma, en üst kattan nasıl koşuyom aşağı doğru. ananı deyip acı fren koydum orta katlara geldiğimde. para yok yanımda. kör adamdan veresiye kalem alınır mı? ben olsam bu ahlaksız teklif karşısında sattığım kalemle karşımdakinin gözlerine saldırırım. bu anlık empati ile bir de merdiven yukarı koştum. ayakkabılığın üstünden bozuk para aldım, yetmeyebilirdi.. içeri koştum saatimi çıkardığım komidinin üstünden cebimden çıkardığım kuru kayısı gibi kıvrılmış kağıt paralardan da aldım. yine koş aşağı. apartmandan çıktım, dört yola gelip dikildim uzaklara bakıyorum. adam yok! kulaklarımda "nooooooooooolur" sesi. hemen arkamda apartmanın altında kırtasiye var. bi an oraya dalıp "vay benim talihsiz başımın" makus talihini düzeltmek için kalemlerden kalem beğenebilirdim ama adamın ne tip kalem sattığını da merak ediyorum ve telefondaki kişiye bu adiliği yapamazdım :) bir yön belirlemeli  ve koşmalıydım. dört yolun ortasında öylece duruyordum hayla. sol tarafım baya bi yokuştu. arkamda kalan sokak dolmuşların ve otobüslerin geçtiği ana caddeye çıkıyordu. sağ ve ileri kalmıştı ve ileri dedim kendime. koşmaya başladım. hani filmlerde polis takım elbise ile suçlunun peşinden koşar ya sonsuza dek koşacakmış gibi. ben hayatımın her evresinde sonsuza dek koşacakmış koşan biriyim ve run forest run. uzuuuun sokak bitti. sol taraf yine yokuş sağa da gitmeyi nedense istemedim. biraz da sinirimden yokuşa saptım. "kör bir adam bastonu ile çıt çıt vurarak hangi ara bu kadar yol katetmiş olabilirdi ki?" ama yine de doğru yönde koştuğumu ümid ediyordum. aklımda kaplumbağa ile tavşanın hikayesi. iyi ki küçükken öğrettikleri ikinci hikaye buydu ve herhangi bir finish noktasında adamı bulmayı ümidederek koşuyordum. yokuş hoşdere caddesine bağlandı. bu arada öğrettikleri birinci hikaye nehrin üzerin devrilen ağaç gövdesinden oluşan doğal köprüde birbirne yol vermeyen iki inatçı keçi. lütfen kayda geçin bunları soracam sonra. hoşdereye vardım bir yandan kör adama bir yandan "nooooooolur"cuya saydırıyordum ki birden araba sesleri arasından "abi kalem al" sesini duydum. gözlerim yaşaracaktı şerefsizim. kısa bir koşu daha yaptım ve nefes nefese "dur kalem lazım" diyebildim. naylon poşetten kalem çıkardı. hpsi tek tipti. ucu içine girip çıkmayan füme rengi kısmen seffaf plastikten siyah yazan tükenmez kalem. bir tane kendime bir tane kıza aldım hoşdereden aşağı yürürken terliklerle arkama bakmaya cesaret edemedim adam kaybolmuştur diye. bizim akordeon çalan çift de ben bunları yazana kadar tunalıya varmışlardır heralde. ben de bu bahane ile o tarafa doğru yürüyeyim azcık :)

8 Ağustos 2013 Perşembe

bu da bayram şekerin :)



Esrarlı gözler: Meraba fıstııık :)
Üşengeç: merabaa :) (gördüğünüz gibi hitapsız da konuşulabiliniyor)
E: bayram tatili yaramış :) (kilo almışsın diyemedim ne yapiim)
Ü: ya işte her gittiğin yerde tatlılar, ikramlar olunca geri çeviremiyorsun. Bir de anneler işte. Misafiriz diye sofrayı donatıyorlar. Dünürler arası rekabet de olunca :’) (haklı ne diyim)
E:  ama gözümü kısarak bakınca o kadar da vahim değil be :)
Ü: (eğlenin bakalım) sol gözünüzü de kısabiliyor musunuz? Sanki kısılmıyor gibi :) (oo yeee ben işte)
E: ahaha :/  k.valideyle nasıldı? Seni sinir etti mi? (hakket la kapanmıyor mu tam olarak gözüm. oysa iyileşmişti. Aynaya bakmalıyım en kısa zamanda)
Ü: (lafı böyle değiştirirsin işte :) ) her zamanki gibi bi havalar, ben bilirimler, böyle omuz üstünden bakmalar.
E:  2.05 lik çocuğu sen doğursan randevusuz konuşturmazsın gelini ya hadi bakalım.
Ü: aşk olsun öyle yapacak biri gibi mi duruyorum?
E: ah pardon sesli düşündüm sanırım.  Tabii ki sen daha anlayışlı olursun Sinemcim :)
Ü: (yav he he) tabi tabi çevirin kazı yanmasın :)
 E: yanmasın dedin ya aklıma ne geldi bak :) hiç ütüyü fişte unutup bişeyler yaktın mı? annem yakmıştı da :)
Ü:  (o sizin annenizin güzelliği estağfurullah) şimdiki ütüler emniyetli. Kısa bi süre hareket etmeyince otomatik kapanıyoo.
E: (hadi bee!) ütü mütü işlerini bilmiyorum diye dalga geçmiyorsun demi sinem?
Ü: bizim ki öyle valla. Çeyizimi yaparlarken dalgınım diye öyle alınmıştır :’) kim bilir?
E: (ayyyy çok tatlı ya. Hişşşş topla kendini oolum!) vaaaay! Sonra k.valide şöyle k.valide böyle. Sevildiğini bil :)
Ü:  ya tamam sevildiğimi biliyorum da yine de rekabet ediyo oğlu konusunda ona sinir oluyorum (en çok beni sevmeli ne demek? Daha azını asla kabul etmem bütün güzel şeylerin “en”leri=ben)
E: (şu yüzdeki kendini beğenmiş ifadeye bak) kıskançlık işte ne yapacaksın. Kadın halleri.
Ü: kadın halleri mi? siz erkek hallerini biliyor musunuz peki? (siper alın uçacağım)
E: nasıl? Maço, yumuşak falan gibi mi?
Ü: yok yok :) “katı- sıvı- gaz” gibi ahaha :)))
E: :)) komikmiş. erkeğin gaz halini görmek ister msin?
Ü: :) burnum için mandal var mı?  (“katır- sığır- kaz”  demek istediğimi anlasa yine güler miydi acaba)
E:  kıskançlık dedim lafı nerelere getirdin :)
Ü: amaaan varsın annesi kıskansın. Sonuçta ben öz güvensiz biri değilim.  bazen terbiyeli ve mütevazi olmak yanlış anlaşılıyor ve ben terbiyemi bozmamak adına yanlış anlaşılmaya razıyım.
E: hislerin de kuvvetli değil mi?
Ü: tabii ki yalanı hemen hissederim. ah bi de ispatlayabilsem yalan olduğunu..
E: hadi yaa.. mesela bir soru sor bana cevabım yalan mı doğru mu söyle test edelim ha?
Ü: bunu siz istediniz. tamam soruyorum: hiç makyaj malzemesi kullandınız mı? :) (sanığa başka sorum yok)
E: evet kullandım :\  kullandım ama sor bi niye? sor. sor hadi.
Ü: gerek yok ben duyacağımı duydum :)))) hop hop hop
E: çok kötüsün sineeeeem :\ (şurda bir iki zombi olaydı eyiydi)
Ü: kalkmam lazım daha ütü, temizlik falan var. Sizi bırakayım mı yürür müsünüz?
E: Sordun ya yok yürürüm ben :) hesabı ödeyeyim mi öder misin?
Ü: sorduğunuz için siz ödeyin :P
E: alla alla? Niye her şey aleyhime bu gün?

görüşmek üzere :)