bu gün muammalı bir konuya dokunmak istiyorum. "muammma" çünkü kendime ait acabalarımı da içeriyor.
"kelimeler"... yazının ana fikri kelimeler değil ama değinmek istiyorum. içinizde yaşadığınız bir duygu var ve ifade edemiyorsunuz o coşkulu duyguyu. yaşadığınız o duygu olağan dışıdır ve biri kalkıp o duyguyu ifade edebiliyorsa kelimelerle, bunu eksilterek yapıyor demektir. önceden hayranlık duyardım herkesin hissettiği bir duyguyu yazıya veya dile dökebilenlere. şimdi ise o duygunun karşılığı olan tanımlama terimlerinin o duyguyu eksilttiğini hissediyorum. "aşk" kelimesi aşkı anlatmaya muktedir midir? aşk tam olarak içinde hissettiğin yoğun duygunun hangi kesitidir mesela? kiminin kalbi cızzzz eder onu görünce. kiminin aklına gelince cızzz eder. kimi elini tutunca, kimi onun sesini duyunca. sesini diyorum çünkü aşkta sözler anlamsızdır. onun sesine aşık olursunuz önce. o konuşur siz anlamazsınız ama dinlersiniz :) konu aşk değil o sebeple ovuşturup bağrınıza götürmeye hazırladığınız ellerinizi indirebilirsiniz. kimisinin içi cız eder, kiminin karnında kelebekler uçuşur. benim ise kalbim ile miğdem arasında ince parlak bir demir olur ve onunla ilgili olan herşeyde o parlak demir iki taraflı elektrik saçar ve kalbim cızlarken miğdem bulanır. o sebeple pek yemek yemem aşık olunca :) . bunu okuyunca vay amk. millet ne sık aşık oluyormuş demeyin. ikinci aşık oluşumda kendimi ifade etmeyi ve gözlemlemeyi öğrenmiştim artık ama yine bu tanımlarım yaşadığım o duyguyu eksiltiyor.
konumuz "dil". yani sorgulamak istediğim şey "dil, lisan gerekli mi?" hani derler ya gelişmiş toplumlar ve ülkelerde bir insan günde atıyorum :) (siz atarsınız da ben atamam mı selahattin abiiim) atıyorum 5000 kelime kullanırmış. gelişmemiş toplumlarda bu sayı gittikçe düşermiş. yani etkili iletişim için söz gerekli mi sorusu akla geliyor? zeki bir insan topluluğu düşünün. her ne kadar svmesem de satranç oynuyorlar bu insanlar ve çok az konuşuyorlar. bir odada 30 kişi var ve herkes satranç oynuyor. oyunu bitenler, devam edenlerin oyununu seyrediyor. ve nerdeyse hiç konuşmaya ihtiyacı yok bu insanların. peki bu insanların etkili bir iletişimde olmadığını gösterir mi? puflamalar, küçük kazanım gülümsemeleri, tuzağı bozulanın hayal kırıklığı mimikleri, kazananın sevinci, tebrikleri ve takdir dolu bakışları mütevazi şelikde kabul etmesi.. dile ihtiyaç var mı? bence hiç yok ama gözümde canladırdım da bu grup oyundaki ustalığı ve kişilik olgunluğu düşük bir grup olsa bence dile ve konuşmaya ihtiyaç duyarlar. yani atıyorum 5000 kelime kullanan 800 kelime ile gemisini yürütenin yanında daha zeki ya da daha gelişmiş sayılmaz. bak aklıma geldi şimdi. dünyayı titreten cengiz han. ordusunun bir sefere hazırlanmasını emretmesi için "atımı eğerleyin" demesi yeterliymiş. osmanlıların da buna benzer bir göz dağı metodu var hem de hiç kelime kullanmadan. yabancı ülkenin elçisi ya da kralı görüşme yapılırken metrelerce ilerde 7000 kişilik bir muhafız alayı, ne aksırma-öksürme, ne bir techizat sesi, ne bir derin nefes bahçe tamamen boşmuş gibi dururlarmış. 7000 zırhlı, silahlı, tören kıyafetli, korkunç askerin ürkütücü sessizliğini hayal etsenize. güç göstermek için bırakın kelimeyi, sese bile gerek yok.
yine iki aşığa dönelim. arabalarını park etmiş, harika manzaranın kenarına gelmiş iki aşık. kız sırtını yaslamış erkeğe, erkeğin burnu kızın saçlarının içinde, sarılmış arkasından ve kızın ellerini tutmuş elinin üstünden(dışından) kavrayarak. hangi kelimeler bu aanın yerini alabilir? kelimeleri alırsak bir topluluktan insanlar -ne güzel- daha çok mimik yaparlar. daha çok dokunurlar birbirlerine. ama 5000 kelime konuşan bir insanla dokunsal temas sağlamak zordur. niye? etrafına kelimelerden duvar örmüştür. sosyal mesafe yapmıştır kendine. kelimeleri alsak bir insandan kelimeleri yaralayıcı bir şekilde kullanamaz çünkü bazı insanlar kelimelerden ok ve kılıç yapabiliyorlar karşısındaki yaralamak hatta öldürmek için. karşısındakinin kalbini kırabiliyorlar. o kırık kalbin parçalarını avcunda tek tek biriktirerek toplayanın eline batıyor sonra. kanayan avuçlarla topladıklarını sahibine veriyor o iyi kişi. sahibi yine kıymet bilmezin birine kırdırsın diye. ooof yazı uzayıp gidiyor böyle. topluyorum tamam.
çok kelime, süslü cümleler aslında niyeti gizlemek içindir. yalan söylemek içindir. bir sorunun cevabı aslında ya "evet" tir ya da "hayır" dır. fazlası kıvırmaktır ve dili oluşturur. bir soruya evet ya da hayır diye cevap vermek yerine beş parmaklık pragraf ile cevap veren kişi yalancıdır. birini ikna etmek için çok dil döken birine sorun bakalım "niyetin ne?" o çok kelimeyle gerçek niyetini gizliyordur.
hadi yazıyı biraz sıkıcılıktan kurtaralım. ilişkilerde de kullanılan kelimler incelenesidir mesela.
bir kız isteksiz "peki" diyorsa: -şimdilik sustum ama yazıyorum bi kenara burnundan getirmek için-
yeniden bir araya gelelim: senden iyisini bulamadım. bulana kadar beni oyalar mısın?
çok iyisin ama bir süre ayrı kalmamız lazım: beni fena şımarttın. şeyim tavan yaptı başka sularda yüzmek istiyorum.
her neyse: şimdi seninle uğraşacak enerjim de vaktim de yok.
sana güvenmiyorum: beni ikna et, sana çok güvenmek istiyorum
aradım ama tlfnun meşgüldü: kimle konuşuyordun bu saatte?
nasıl olmuşum?: harikayım biliyorum ama bir de senden duyalım hop hop hop :P
ahaha yalancı:) : beni övmeye devam et
nil kribrhmgl in kitabında vardı. bir kadın "yalnız kalmak istiyorum" derse "yalnız kalmamı isteme" demek istiyormuş. o sebeple "hayır" diyen bir kadın hayır demek istemiyor olabilir :)
"bir insanın gerçeği sana açıldığı kadar değil açılmadığı, sakladıkları kadardır. bu sebeple onu tanımak istersen söylediklerine değil söylemediklerine kulak ver" halil cibran
başlıklar konusunda iyi değilim. aslında "sen daha iyisin" demek istedim :) bir başlık yaz bana lütfen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder