31 Aralık 2013 Salı
30 Aralık 2013 Pazartesi
21 Aralık 2013 Cumartesi
666. yayın güncellemesi
444-500-555-567-666-678 gibi özel rakamların sahibinden taslakların efendisine selamlar ve iyi geceler...
dün unuttuğum 666. yayını güncellemeyi hatırlattığın için teşekkür ederim.
666 nın konusu yazmak olsun. yazmak üzerinden yazamamaya da değiniriz tabii ki. belki de en çok yazamamayı yazmak istiyorumdur. iyi bir yazı için öncelikle kafanızda bir konu olmalı. sağlam bir cümle de olabilir. tutunabileceğiniz bir omurga olmalıdır. ama bu omurganın üzerini inşa ettikçe ortaya çıkan yaratığa inanamayabilirsiniz. bilim adamlarının buzul altında kalan bir iskeleti etlendirme ya da bilgisayar yardımıyla sanal boyutlandırma işi gibi düşünün. omurgayı buldunuz ve yazmaya başladınız. kolları ayakları başı oluştu. biraz da hayal gücünle eksik parçaları tamamladınız. sonra geriye çekilip parmaklarınızın ucunda yeniden şekillenmiş yaratığa baktınız ve heyecanlandınız. yeniden şekillendirdiğiniz bu yaratık günümüz yaratıklarındansa pek heyecan duymazsınız. ama dinozor çağına ait bir keşifse artık bir sürek avı başlatırsınız. bu heyecan ve yaptığınız işi beğenmeniz zamanla bağımlılığa dönüşür.
bir kişisel gelişim uzmanının bu konudaki tavsiye ettiği yöntemi uygulayıp gerçekten iyi yazılar yazdığım zmanlar da oldu. üst bilincimiz kaygılıdır ve karışıktır. bilinçaltımız ise derin bir okyanus ve akıl almaz zenginliklerle doludur. bilinçaltımıza ulaşmak için bilincimizin kaygılı ve farkında olan üst kısmını paralize ederiz. şöyle: bilgisayardan üç tane radyo açarsınız. biri klasik müzik, biri pop müzik, bir diğeri de sohbet kanalı. 5 dakika içinde bilincinizin üst kısmı aynı anda takip etmeye çalıştığı verilerle felç olur ve siz de yazınızı rahat rahat yazarsınız. akar gider yazınız.
bazen mekanlar yazdırır insana. tavsiyem hiç vakit kaybetmeden yazın. çünkü hiç aklınıza gelmeyen harika zengin ifade betimlemeler bilinmez bir kaynaktan fışkırır. doldurun bütün kap kacağınızı çünkü biraz zaman geçince hatırlayamadığınız bir rüya gibi sadece hissettirdikleri kalır ama kelimeler uçar. söz uçar yazı kalır der ya bazı şerefsizler. genelde güzel konuşup göz boyarlar şeref sözü verirler ve imzalanan sözleşmedekilerin formalite olduğunu söylerler ve zamanı gelince söz uçar yaz kalır derler. o sebeple şerefsizler.
beğenilen bir yazı yazmak için ruhunuz çıplak olmalı. giydiğiniz kıyafetin bedeninize güç verdiğine inanıyorsanız başkalarının giydiği kıyafetle de onların gücü konusunda yanılgıya düşersiniz. gerçek gücünüz çırılçıplak kaldığınızda ne kadarsa o kadardır. ruhunuz da çıplak olmalı. utanmak korkmak gibi kaygılarınız olmadan yazmalısınız. burası özgür bir platform diye boşuna demiyoruz ;)
lawrence durrell bir romanında "bir kadınla üç şey yapabilirsin: ya onu seversin, ya onun için aci çekersin ya da onu yazarsın" demiş. bir kadını herkes sever. mazoşistse acı da çeker tercihli olarak. ama başkalarının bakıp da onda göremediğini gören o kadını yazar. "seni yazıyorum" demek seni seviyorum demekten daha derin ve daha tutkuludur. "seni yazıyorum" derken sadece bir harf değiştirerek asıl yaptığı eylemi gizler. "seni yaşıyorum" u gizler.
Hayır!yetmiyor aşkları
ayrılıkları ve büyük
serüvenleri anlatmaya
iyi bir şiir bile bazen
Ama ben yine de hep
anlatıp durdum ne varsa
ve neyi yaşamışsam
Anlatıp durdum
dövüşmesini bildiğim kadar
ahmet telli
seni yazıyorum ve daha da yazacağım dövüşmesini bildiğim kadar.. ben iyi dövüşürüm ;)
dün unuttuğum 666. yayını güncellemeyi hatırlattığın için teşekkür ederim.
666 nın konusu yazmak olsun. yazmak üzerinden yazamamaya da değiniriz tabii ki. belki de en çok yazamamayı yazmak istiyorumdur. iyi bir yazı için öncelikle kafanızda bir konu olmalı. sağlam bir cümle de olabilir. tutunabileceğiniz bir omurga olmalıdır. ama bu omurganın üzerini inşa ettikçe ortaya çıkan yaratığa inanamayabilirsiniz. bilim adamlarının buzul altında kalan bir iskeleti etlendirme ya da bilgisayar yardımıyla sanal boyutlandırma işi gibi düşünün. omurgayı buldunuz ve yazmaya başladınız. kolları ayakları başı oluştu. biraz da hayal gücünle eksik parçaları tamamladınız. sonra geriye çekilip parmaklarınızın ucunda yeniden şekillenmiş yaratığa baktınız ve heyecanlandınız. yeniden şekillendirdiğiniz bu yaratık günümüz yaratıklarındansa pek heyecan duymazsınız. ama dinozor çağına ait bir keşifse artık bir sürek avı başlatırsınız. bu heyecan ve yaptığınız işi beğenmeniz zamanla bağımlılığa dönüşür.
bir kişisel gelişim uzmanının bu konudaki tavsiye ettiği yöntemi uygulayıp gerçekten iyi yazılar yazdığım zmanlar da oldu. üst bilincimiz kaygılıdır ve karışıktır. bilinçaltımız ise derin bir okyanus ve akıl almaz zenginliklerle doludur. bilinçaltımıza ulaşmak için bilincimizin kaygılı ve farkında olan üst kısmını paralize ederiz. şöyle: bilgisayardan üç tane radyo açarsınız. biri klasik müzik, biri pop müzik, bir diğeri de sohbet kanalı. 5 dakika içinde bilincinizin üst kısmı aynı anda takip etmeye çalıştığı verilerle felç olur ve siz de yazınızı rahat rahat yazarsınız. akar gider yazınız.
bazen mekanlar yazdırır insana. tavsiyem hiç vakit kaybetmeden yazın. çünkü hiç aklınıza gelmeyen harika zengin ifade betimlemeler bilinmez bir kaynaktan fışkırır. doldurun bütün kap kacağınızı çünkü biraz zaman geçince hatırlayamadığınız bir rüya gibi sadece hissettirdikleri kalır ama kelimeler uçar. söz uçar yazı kalır der ya bazı şerefsizler. genelde güzel konuşup göz boyarlar şeref sözü verirler ve imzalanan sözleşmedekilerin formalite olduğunu söylerler ve zamanı gelince söz uçar yaz kalır derler. o sebeple şerefsizler.
beğenilen bir yazı yazmak için ruhunuz çıplak olmalı. giydiğiniz kıyafetin bedeninize güç verdiğine inanıyorsanız başkalarının giydiği kıyafetle de onların gücü konusunda yanılgıya düşersiniz. gerçek gücünüz çırılçıplak kaldığınızda ne kadarsa o kadardır. ruhunuz da çıplak olmalı. utanmak korkmak gibi kaygılarınız olmadan yazmalısınız. burası özgür bir platform diye boşuna demiyoruz ;)
lawrence durrell bir romanında "bir kadınla üç şey yapabilirsin: ya onu seversin, ya onun için aci çekersin ya da onu yazarsın" demiş. bir kadını herkes sever. mazoşistse acı da çeker tercihli olarak. ama başkalarının bakıp da onda göremediğini gören o kadını yazar. "seni yazıyorum" demek seni seviyorum demekten daha derin ve daha tutkuludur. "seni yazıyorum" derken sadece bir harf değiştirerek asıl yaptığı eylemi gizler. "seni yaşıyorum" u gizler.
Hayır!yetmiyor aşkları
ayrılıkları ve büyük
serüvenleri anlatmaya
iyi bir şiir bile bazen
Ama ben yine de hep
anlatıp durdum ne varsa
ve neyi yaşamışsam
Anlatıp durdum
dövüşmesini bildiğim kadar
ahmet telli
seni yazıyorum ve daha da yazacağım dövüşmesini bildiğim kadar.. ben iyi dövüşürüm ;)
18 Aralık 2013 Çarşamba
13 Aralık 2013 Cuma
10 Aralık 2013 Salı
cohen :)
güzel bir ses, güzel vokaller ve orkestra. leonard cohen i dinlemek ama sindirerek dinlemek, cohen in vokalistinin gözüne baktığı gibi dinlemek..
8 Aralık 2013 Pazar
iyi pazarlar
bir öğrencisi mevlana’nın önündeki masaya bir takım kitaplar bıraktı ve herkes yerini aldı.
"bağışlayan ve esirgeyen allah’ın adıyla.." diye söze başladı. mevlananın konuşması ağaçların, hafif bir rüzgar karşısında kıpırdanması kadar yumuşak, sözleri gösterişten uzak ve zarif, kabalığa kaçmadan sade olmalarına karşın şems e bir devenin homurdanması gibi geliyordu. kulaklarını kapatmayı denediyse de o güzel ağzın açılıp kapanışı onu iyice çileden çıkardı. sonunda artık dayanamadı. ayağa kalkıp mevlananın önünde dizili duran kitapları işaret ederek "bunlar nedir" diye kullanılmamaktan çatlamış sesiyle sordu.
mevlana bakışlarını çinili kubbeden bu küstah yabancıya doğru indirdi. iki müridi kalkıp bu dilenciyi dışarı atmak için hareketlendiler ama mevlana onları durdurdu.
"sen anlayamazsın..." diye yarı acıyla, yarı iğrenmeyle söylendi şems. mevlanaya yaklaştığında endişelenenlerin sesleri yükseldi. bir an durdu, sonra kitapları masanın üzerinden alıp koltuğunun altına yerleştirdi ve dönüp mevlananın önündeki havuza doğru ilerledi. şems paha biçilmez kitaplarla havuza girince mevlana "ne yapıyorsun" diye bağırdı.
"sen anlayamazsın" diye cevap verdi şems.
"dikkat et yabancı! elinde paha biçilmez hazineler tutuyorsun. altın, varak ve parşömen onların en değersiz yanlarıdır"
ancak şems onu dikkate almadı. kitapları suya bıraktı. topluluktan gelen bir gürleme sesiyle beraber 3 kişi suya atlayıp kitapları şems in elinden almak için itişmeye başladırlar. ama mevlana nın haykırışı onları durdurdu:
"bu adamın bir deli olduğunu düşünmüştüm, ama şimdi görüyorum ki esas çıldırmış olan benim müritlerim. burası kutsal bir mekan, kavga edip tartışabileceğiniz bir pazar yeri değil"
müritleri havuzdan çıkıp şems i yalnız bıraktılar. "güzel konuştun mevlana" dedi derviş. havuz kitaplardan akan mürekkeple maviye boyanmıştı. şimdiden sayfalardan bazıları ciltlerinden ayrılmış suda yüzüyorlardı. mevlana harap olmuş kitaplara bakıp kendisi için ne kadar değerli olduğunu düşününce gözlerinden yaşlar boşandı. allaha ulaşan merdivenin özenle, yıllarca acı çekişle, çabayla şekillenmiş basamaklarıydılar. mevlananın akan yaşları şemsi kendine getirdi ve kalbi yumuşadı. "bunlardan hangisi senin için en değerlisi"
cevap vermekte aciz kalan mevlana başını salladı. şems durup kitaplardan birini sudan aldı.
"attar ın kendi elleriyle sana vermiş olduğu esrarname mi?" diyip kitabı ona uzattı. mevlana yutkundu. kitap kupkuruydu, üzerindeki tozlar bile duruyordu sanki raftan yeni alınmış gibi.
"belki de üzerinde o kadar uzun zaman incelikle çalıştığın maarif’tir"
mevlana kitabı eline aldı. o da kuruydu. "mucize!" diye bağırdı biri. mevlana gözleri yabancıya dikili öylece kalakaldı.
"ermişliğe giden iki yol vardır" dedi şems. kitapları işaret ederek "biri uzun yol" diyip ardından da "biri de kısa yol" diye ekledi.
"neymiş o kısa yolun adı" diye sordu mevlana.
"sevginin yolu" dedi şems. mevlana sordu "peki ben nasıl öğrenebilirim o yolda yürümeyi?"
"sevgi ders alınarak öğrenilmez" dedi şems. "sen yakılmayı bekleyen bir lambasın, bende alevim. artık kitapları bırakıp benle gelme zamanıdır.."
"bağışlayan ve esirgeyen allah’ın adıyla.." diye söze başladı. mevlananın konuşması ağaçların, hafif bir rüzgar karşısında kıpırdanması kadar yumuşak, sözleri gösterişten uzak ve zarif, kabalığa kaçmadan sade olmalarına karşın şems e bir devenin homurdanması gibi geliyordu. kulaklarını kapatmayı denediyse de o güzel ağzın açılıp kapanışı onu iyice çileden çıkardı. sonunda artık dayanamadı. ayağa kalkıp mevlananın önünde dizili duran kitapları işaret ederek "bunlar nedir" diye kullanılmamaktan çatlamış sesiyle sordu.
mevlana bakışlarını çinili kubbeden bu küstah yabancıya doğru indirdi. iki müridi kalkıp bu dilenciyi dışarı atmak için hareketlendiler ama mevlana onları durdurdu.
"sen anlayamazsın..." diye yarı acıyla, yarı iğrenmeyle söylendi şems. mevlanaya yaklaştığında endişelenenlerin sesleri yükseldi. bir an durdu, sonra kitapları masanın üzerinden alıp koltuğunun altına yerleştirdi ve dönüp mevlananın önündeki havuza doğru ilerledi. şems paha biçilmez kitaplarla havuza girince mevlana "ne yapıyorsun" diye bağırdı.
"sen anlayamazsın" diye cevap verdi şems.
"dikkat et yabancı! elinde paha biçilmez hazineler tutuyorsun. altın, varak ve parşömen onların en değersiz yanlarıdır"
ancak şems onu dikkate almadı. kitapları suya bıraktı. topluluktan gelen bir gürleme sesiyle beraber 3 kişi suya atlayıp kitapları şems in elinden almak için itişmeye başladırlar. ama mevlana nın haykırışı onları durdurdu:
"bu adamın bir deli olduğunu düşünmüştüm, ama şimdi görüyorum ki esas çıldırmış olan benim müritlerim. burası kutsal bir mekan, kavga edip tartışabileceğiniz bir pazar yeri değil"
müritleri havuzdan çıkıp şems i yalnız bıraktılar. "güzel konuştun mevlana" dedi derviş. havuz kitaplardan akan mürekkeple maviye boyanmıştı. şimdiden sayfalardan bazıları ciltlerinden ayrılmış suda yüzüyorlardı. mevlana harap olmuş kitaplara bakıp kendisi için ne kadar değerli olduğunu düşününce gözlerinden yaşlar boşandı. allaha ulaşan merdivenin özenle, yıllarca acı çekişle, çabayla şekillenmiş basamaklarıydılar. mevlananın akan yaşları şemsi kendine getirdi ve kalbi yumuşadı. "bunlardan hangisi senin için en değerlisi"
cevap vermekte aciz kalan mevlana başını salladı. şems durup kitaplardan birini sudan aldı.
"attar ın kendi elleriyle sana vermiş olduğu esrarname mi?" diyip kitabı ona uzattı. mevlana yutkundu. kitap kupkuruydu, üzerindeki tozlar bile duruyordu sanki raftan yeni alınmış gibi.
"belki de üzerinde o kadar uzun zaman incelikle çalıştığın maarif’tir"
mevlana kitabı eline aldı. o da kuruydu. "mucize!" diye bağırdı biri. mevlana gözleri yabancıya dikili öylece kalakaldı.
"ermişliğe giden iki yol vardır" dedi şems. kitapları işaret ederek "biri uzun yol" diyip ardından da "biri de kısa yol" diye ekledi.
"neymiş o kısa yolun adı" diye sordu mevlana.
"sevginin yolu" dedi şems. mevlana sordu "peki ben nasıl öğrenebilirim o yolda yürümeyi?"
"sevgi ders alınarak öğrenilmez" dedi şems. "sen yakılmayı bekleyen bir lambasın, bende alevim. artık kitapları bırakıp benle gelme zamanıdır.."
6 Aralık 2013 Cuma
4 Aralık 2013 Çarşamba
günaydın :)
bu gün dinlettiğin zurnalı r'nb müziğin alternatifi olarak bunu dinlemeni tavsiye ediyorum :)
1 Aralık 2013 Pazar
üzdün bizi
daha dün bahsetmiştin <filmini izledik> diye. "vehicle 19" ben de sevdiğim bir aktör demiştim ve bu gün trafik kazasında kaybettik :(
haberlerde hızlı yaşadı genç öldü diye bahsederler şimdi.
ilginç gelmiştir; ilk "superman" filmini çeviren aktörün (christopher reeve) attan düşüp felç olarak tekerlekli sandalyeye mahkum olması. titaniğin "batmaz bu gemi, tanrı bile batıramaz" büyüklenmelerine inat ilk seferinde batması ya da adı "chalennger" yani "meydan okuyan" anlamına gelen uzay mekiğinin ilk seferinde parçalanması ve uzaya gitmeye hak kazanmış (önce 11bin kişi, sonra da 2 bin kişi arasından seçildikleri için) şanslı ve yetenekli 11 sivil mürettebatın atmosferde buharlaşması. daha çoook örnek var bu tip konularda ve paul walker :( "hızlı ve öfkeli" serilerinin yakışıklı, hızlı, yetenekli iyi insanı' nın da arkadaşının sürdüğü bir spor araçta (porsche) hayatını kaybetmesi üzücü ve düşündürücü.
gerçekten özleyeceğim kişiler arasındasın sevgili paul. dualarım seninle..
haberlerde hızlı yaşadı genç öldü diye bahsederler şimdi.
ilginç gelmiştir; ilk "superman" filmini çeviren aktörün (christopher reeve) attan düşüp felç olarak tekerlekli sandalyeye mahkum olması. titaniğin "batmaz bu gemi, tanrı bile batıramaz" büyüklenmelerine inat ilk seferinde batması ya da adı "chalennger" yani "meydan okuyan" anlamına gelen uzay mekiğinin ilk seferinde parçalanması ve uzaya gitmeye hak kazanmış (önce 11bin kişi, sonra da 2 bin kişi arasından seçildikleri için) şanslı ve yetenekli 11 sivil mürettebatın atmosferde buharlaşması. daha çoook örnek var bu tip konularda ve paul walker :( "hızlı ve öfkeli" serilerinin yakışıklı, hızlı, yetenekli iyi insanı' nın da arkadaşının sürdüğü bir spor araçta (porsche) hayatını kaybetmesi üzücü ve düşündürücü.
gerçekten özleyeceğim kişiler arasındasın sevgili paul. dualarım seninle..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)