Dandanakan Savaşı, Asya’da hakim bulunan iki Türk Devleti arasında 23
Mayıs 1040 yılında meydana gelmiş, Selçuklu Devletinin vücut bulmasına
ve Gazne Devletinin yıkılma sürecine girmesine sebep olmuştur.
bazı insanlarda da korkunç bir hafıza olduğunun göstergesidir bu savaş. tebrikler ve alkışlar :)
not: denize gidiyorum gelicem
21 Haziran 2014 Cumartesi
15 Haziran 2014 Pazar
baba-ma şiir
"seni gömerken ellerim
küreğin sapı kadar hissizdi.
tabutuna koydum
sana gülen yüzümü,
eski anılarımı da
son çivi olarak çaktım.
eski günlerin hatırına
sana son kez hitap ediyorum
belki bebekken ağzımdan
çıkan ilk hecelerimle
ba.................ba
benim için öldün.baba."
küreğin sapı kadar hissizdi.
tabutuna koydum
sana gülen yüzümü,
eski anılarımı da
son çivi olarak çaktım.
eski günlerin hatırına
sana son kez hitap ediyorum
belki bebekken ağzımdan
çıkan ilk hecelerimle
ba.................ba
benim için öldün.baba."
14 Haziran 2014 Cumartesi
amin maalouf-semerkant dan alıntı
Şah'ın katilinin suç ortağının, yabancıların kaldıkları otelde olduğunu duymuşlardı. Kaçtığımı görünce, o kahramanın ben olduğumu anlamışlar ve beni korumak istemişlerdi. Neden mi? Bundan onbeş yıl önce, evin reisi, bir ayrılıkçı tarikata bağlı olduğu gerekçesiyle haksız yere idam edilmişti. O tarikat, çok kadınlı evliliğin kaldırılmasını, kadın-erkek eşitliğini, demokrasiyi savunan Babîlik tarikatı idi. Şah'ın ve din adamlarının ortak eylemleriyle on binlerce Babîlik yanlısı öldürülmüş, tabii bu ara, komşunun ihbarı gibi sudan nedenlerle binlerce masum da katledilmişti. İşte kurtarıcım, o günden beri, kızlarıyla yapayalnız kalmış ve intikam saatinin çalmasını beklemişti. Üç kadın, o intikamı almış olan kahramanın, mütevazı evlerine şeref vermesinden onur duyuyorlardı. Kadınların gözünde kahraman olmuşsanız, onları yalanlıyabilir misiniz? Düşlerini kırmanın yersiz hatta tehlikeli olacağını düşündüm. Yaşam savaşı veriyordum ve onlara ihtiyacım vardı. Gizemli bir
suskunluğa bürünmekle, son kuşkularını da dağıtmış oldum. Üç kadın, bir bahçe, işime yarayan bir yanılgı... Bu İran ilkbaharının gerçek dışıymış gibi geçen kırk gününü, sonsuzluğa dek anlatabilirim. Müthiş bir yabancılık çektim, üstelik bu Doğulu kadınlar araında en ufak bir yerim olamazdı. Koruyucum, kendisini ne gibi zorlukların beklediğini biliyordu. Üstüste koyduğu üç şilteli yer yatağımda mışıl mışıl uyurken, eminim o, sabaha dek gözlerini kırpmamıştı. Sabah şafağında beni çağırtmış, sağıma oturtmuş, iki kızını da sol yanına almıştı. Sonra uzun uzun düşünüp tasarladığı anlaşılan bir konuşma yaptı. Önce cesaretimi övdü ve beni evinde ağırlamaktan mutluluk duyduğunu söyledi. Sonra bir süre sustu, gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. Kızardım, başka yere baktım ama beni kendine doğru çekti. Omuzları ve göğüsleri çıplaktı. Sözle ve işaretle göğüslerini öpmemi istedi. Kızlar kıkırdıyordu ama anaları törensel bir ciddiyete bürünmüştü. En masum halimle, dudaklarımı meme uçlarına değdirdim. Önce birine, sonra diğerine... Bunun üzerine, hiç acele etmeden, düğmelerini ilikledi. Son derece resmi bir biçimde:
— Böylece oğlum oldun, dedi. Seni doğurup, emzirmiş gibiyim. Sonra, gülmeyi kesmiş olan kızlarına döndü ve benim bundan böyle ağabeyleri olduğumu, bana öz kardeşleri gibi davranmalarını istedi. Tören duygulandırıcı ama gülünçtü. Ama sonra düşündüğüm vakit, Doğu'nun ince bir yönünü keşfettim. Bu kadın için, içinde bulunduğumuz durum, zor bir durumdu. Bana, hayatı pahasına yardım elini uzatmaktan çekinmemiş ve kayıtsız, koşulsuz evini açmıştı. Ama öte yandan, sabah akşam kızlarıyla birlikte kalan yabancı bir erkeğin varlığı, başka bir tehlike içeriyordu. Simgesel bir evlat edinme töreninden başka bir çözüm düşünülebilir miydi? Artık evde istediğim gibi dolaşabilecek, aynı odada yatabilecek, "kızkardeşlerimi" alınlarından öpebilecektim. Bu evlat edinme töreni ile hepimizi korumuş oluyordu.
suskunluğa bürünmekle, son kuşkularını da dağıtmış oldum. Üç kadın, bir bahçe, işime yarayan bir yanılgı... Bu İran ilkbaharının gerçek dışıymış gibi geçen kırk gününü, sonsuzluğa dek anlatabilirim. Müthiş bir yabancılık çektim, üstelik bu Doğulu kadınlar araında en ufak bir yerim olamazdı. Koruyucum, kendisini ne gibi zorlukların beklediğini biliyordu. Üstüste koyduğu üç şilteli yer yatağımda mışıl mışıl uyurken, eminim o, sabaha dek gözlerini kırpmamıştı. Sabah şafağında beni çağırtmış, sağıma oturtmuş, iki kızını da sol yanına almıştı. Sonra uzun uzun düşünüp tasarladığı anlaşılan bir konuşma yaptı. Önce cesaretimi övdü ve beni evinde ağırlamaktan mutluluk duyduğunu söyledi. Sonra bir süre sustu, gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. Kızardım, başka yere baktım ama beni kendine doğru çekti. Omuzları ve göğüsleri çıplaktı. Sözle ve işaretle göğüslerini öpmemi istedi. Kızlar kıkırdıyordu ama anaları törensel bir ciddiyete bürünmüştü. En masum halimle, dudaklarımı meme uçlarına değdirdim. Önce birine, sonra diğerine... Bunun üzerine, hiç acele etmeden, düğmelerini ilikledi. Son derece resmi bir biçimde:
— Böylece oğlum oldun, dedi. Seni doğurup, emzirmiş gibiyim. Sonra, gülmeyi kesmiş olan kızlarına döndü ve benim bundan böyle ağabeyleri olduğumu, bana öz kardeşleri gibi davranmalarını istedi. Tören duygulandırıcı ama gülünçtü. Ama sonra düşündüğüm vakit, Doğu'nun ince bir yönünü keşfettim. Bu kadın için, içinde bulunduğumuz durum, zor bir durumdu. Bana, hayatı pahasına yardım elini uzatmaktan çekinmemiş ve kayıtsız, koşulsuz evini açmıştı. Ama öte yandan, sabah akşam kızlarıyla birlikte kalan yabancı bir erkeğin varlığı, başka bir tehlike içeriyordu. Simgesel bir evlat edinme töreninden başka bir çözüm düşünülebilir miydi? Artık evde istediğim gibi dolaşabilecek, aynı odada yatabilecek, "kızkardeşlerimi" alınlarından öpebilecektim. Bu evlat edinme töreni ile hepimizi korumuş oluyordu.
5 Haziran 2014 Perşembe
1 Haziran 2014 Pazar
steppenwolf
"insanların büyük çoğunluğu yüzmesini öğrenmeden yüzmek istemez.' ne
anlamlı bir söz, değil mi? yüzmek istememeleri doğal çünkü karada
yaşamak için dünyaya gelmişler, suda değil. ve düşünmek istememeleri de
doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! evet, kim
düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri
bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir
böyle biri ve bir gün gelip suda boğulur"
hermann hesse nin "bozkır kurdu" romanından.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)