sılayı severim. "dan sonra" sı baya iyiydi. şarkının dııııt kısmını keşke açık açık söyleyeydi :)) ve hemen sonra çıkardığı ikinci şarkı da bunun gibi sert olaydı eyiydi. erken kalktım bu gün. aklımda bir hikaye vardı (arada hikaye de yazarım. sen de denemelisin) dün gece uyku güzel bastırdığından hayır diyemedim. neyse başlayalım. hikaye de değil aslında. bir kesit. bir hayata zum yapma ya da kısa süreliğine başkasının bedenini giyme. benim için en zoru bir kadının gözlerinden hayatı yorumlamak. mesela bir kadın içinden nasıl konuşur? hangi cümleler, ünlemler, ikilemler.. uuuf zor iş ama ajan ve özel birliklerin eğitimi sırasında özellikle yalan makinesini atlatmak için kullanılan bir yöntem bu. yalan makinesini atlatmak ve onlarca insanı öldürüp, sorgulayıp (işkence) evine ailesine döndüğünde bebekler gibi uykuya dalmak için kullanılan bir yöntem. süper egomuz var ya hani, onlarda süper egonun da süper egosu var. hatta üçüncü dördüncü kişilik yaratmaya kadar gidiyo bu :) kişilikler arasında hızlı geçiş yapma ve uyum gösterme. yalan makinesi mi dayanır böyle bir yalancıya :)
tamam geçtik. evden çıkmadan yazıp bitirmeliyim kısa hikayeyi. bu gün 4 temmuz. amerikalılar :) bir kız. bir erkek. dışardan biri gibi mi yoksa kızın ya da erkeğin bedeninden mi anlatmalı? geçmişte mi şu anda mı? başlıyorum :)
çimenlerin üzerine uzanmış havai fişeklerin atılmasını beklerken yine sabırsızlığıma yenik düşmüş telefonumda yazdığım sms e bakıyordum ve baş parmağım gönder tuşunun üzerindeki çıkınıya kaşınırmışçasına sürtünüyordu. "gelmiceksin sanırım :( keşke haber verseydin" ve baş parmağım basıvermişti göndere :( mavi ekan üzerinde animasyonda mektup kağıdı kağıttan uçak şeklini alıp dünyanın yörüngesine ulaşıp oradaki uyduyla birleşmişti ve içimi bir pişmanlık kapladı. gelmiceksin derken beklenti içine girdiğim besbelliydi keşke haber verseydin derken bana daha fazla acı çektirme demek istemiştim sanki. sitem dolu bir mesajdı. salak kafam. gönderme işte bekle biraz daha. sessiz ol. kadınların kullandığı gibi sen de kullan sessizlik silahını. o değil de bu geç saatte kalkıp tek başına içecek olmak koyuyordu bana. artık beklediğim havai fisekleri heyecanını yitirmişti ve akşamın nemiyle serinlemiş çimenlerin üzerinden kalkıp giderken ilk fişek atıldı göğe doğru çısırtılarla. aynı anda karanlıkta futbol sahasına yayılıp bu anı sabırsızlıkla bekleyen çoğunluğu ailelerden oluşan gruplar "nihayet" tonunda bir ses dalgası yükselmişti ve o ilk havai fişek zirve noktasına yükselip içimde hissettiğim büyük bir patlamayla kıpkırmızı ışıklar saçarken insanların coşkusu daha bi artmıştı. "OOO YEEEE" ah bu amerikalılar :) abartılı ünlemlere ve eğlenmeye bayılırlar. sonra arka arkaya siyah gökyüzüne yükselen bir çok havai fişek daha çok patlama rengarenk ışıklar. durup bir daha baktım gök kubbeye. eğer gelseydi sırtüstü yatıp izleyecektik şenliği. sahanın kenarına geldiğimde son kez patlayan ışıklarda insanların yüzlerini seçmeye çalıştım. herkes çocuktu sanki herkes hayrandı ve patlamalarla heyecanlı ama endişeli gülümseme yüzlere yayılmıştı. ağızlar açık, gözler her anı kaydetmek isteyen kamera gibi. sonra saha kenarındaki çoktan terkedilmiş ikram masalarının birinden içecek alıp özellikle karanlıklaştırılmış yoldan tesis çıkışına geldim. 4 temmuz kutlu olsun amerikalılar. geçen sene kutlamalarda sağanak yağmur yağmıştı. ıslanmaktan çok açık sahada yaz yağmurunun yıldırımlarından korkmuştu herkes. herkes dediğim amerikalılar :) ben de "4 temmuz göt temmuz oldu" demiştim türkçe. anlamadıkları için endişeyle beni onaylamışlardı :)) telefonumdan daha önce mesaj geldiğine dair sinyal geldi. baktım evet mesaj gelmişti ve sanırım gürültüden duymamıştım. *nerdesin ben geldim* bu mesaj bütün olup biten ve olacakların arasına noktalı virgül koydu. derin nefes aldım ve bir ki mesajla yerini öğrenip az önce ayrıldığım futbol sahasına buluşmak için döndüm. küçük çiçekli deseni olan kısa kollu yakası geniş, boydan bir elbise giymişti. basma deniyor kumaşına sanırım ama oldukça serinleticiydi. isteksiz mi buruk mu bir meraba dedim ama sarılıp öpen bendim. her an gidecekmiş gibi duran o. aslında kaçamağını örtmek isteyen, üste çıkan bir tavrı vardı. önsezi dicem ama literatürümde "ön"le başlayan tek şey "önsevişme"ydi o zamanlar :) *herşeyi berbat ettiğimi düşünüyorsan beni eve bırak* bense ona daha önce aldığım boynuna deri iple asılı olan pembemsi şeffaf iri taş balığa takılmıştım. iri dediysem kibrit kutusu büyüklüğünde. "tamam didar. çıkalım burdan önce. takside karar veririz." omuz omuza yürürken karanlık gökyüzü hala patlayan ışıklarla aydınlanıyordu. taksiye kadar konuşmadık. taksiye binince başını kucağıma koydu. ah kedi seni.
geç kalıyorum. kahvaltı yapmalıyım. bu hikayeyi bırakıyorum burada. allah bilir nerelere gidecek çünkü.. :) deniz kızı kızma lütfeeeeeen. sıla "dıııt" demiş ama ben diyemedim orada.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder