9 Temmuz 2013 Salı

ilişkiler evlilik aşk falan

geçen gün hani çok yorgun olduğum gün aklımda bir konu var demiştim. popüler bir konu aslında. sana da bana da ekmek çıkar :) herkesin bi çift sözü vardır bu konuda. evlilik :P
aslında yazılanlar bu konu etrafında akbabaların ölmek üzere bir hayvanın üzerinde dönüp durmasına benzese de beni bu konuda düşünmeye sevk eden, yıllar önce izlediğim bir madonna konseri belgeselinde gözüme takılanlardı. itiraf et heyecanlandın :)
madonna... confession on dance a floor için dünyanın bir çok ülkesinde kalabalık bir ekiple konser veriyordu. ekibinde çok iyi dansçılar, akrobatlar, teknik ekip, müzisyenler falan kalabalıktı baya. her gün prova yapıyorlar. gösteriden önce bütün ekiple çember şeklinde toplanıp el ele tutuşuyorlar ve dua ediyorlardı. kendi dillerinde. :) duayı yapan madonnaydı ve bu dua daha çok maçtan önce antrenörlerin yaptığı motive edici, güven verici konuşmalar gibiydi. gerçekten işe yarıyordu. herkes kadının gözüne bakıyor. çok seviyorlar onu ve o da hiperaktif tavrıyla herkese örnek oluyor ve ateşliyordu. muazzam ingiltere konserinden sonra kocasıyla buluşmak için sıradan bir english pub a gidiyor. kocası konserde değildi. arkadaşlarıyla takılmayı tercih etmiş. ha bu arada kocası içlerinde çok sevdiğim bir iki filmin de olduğu bir yönetmen (guy ritchie). neyse madn. pub a geldi kimse de ahım şahım karşılamadı. "heyyyy meraba. nasıl gidiyor" tadında dostça bir karşılama. kocasının yanına geldi arkasından sarıldı -bu arada guy amcam oturuyor- oralı değil. sohbete katıldı, birasını içti falan. kadın seviyor onu ve sanki birazcık ilgilenmesi için herşeyi yapacak gibi bir hava var. sonra saat geç oldu guy ritc. parkasını karısına verdi ve gecenin ilerleyen saatlerinde madonna birleştirilen bar sandalyeleri üzerinde perişan bir halde uyuyup kaldı. ne de olsa çok sıkı bir konser hazırlığı ve zorlu bir konser ve show geçirmişti. sonra düşündüm. madonnayı karısı olarak kim taşıyabilir? onun zenginliği ve popülaritesi karşısında ezilmeden.
geri çekilip konuya başka yönden yaklaşalım. aşk denk güçlerin savaşıdır. ne erkek ne de kadın kendine merhamet edilmesinden hoşlanır. savaş dedim evet. başta her iki tarafta kaybetme korkusu vardır. iki taraf da muhatabını şekillendirmeye çalışır. kıskançlıklar, umursamaz davranışlar, çekip gitmeler, pervasızlıklar, inatlar. arada huzur yani ateşkes yaşanır. sonra bir taraf yorulur teslim bayrağı çeker. aşk biter huzur ve alışkanlıklar dönemi başlar. yine o bir taraf, aleyhine sonuçlanabileceğinden kaybetme korkusuyla hamle yapmaz. risk almaz. ağız tadıyla kavga edilebilecek meseleleri bile görmezden gelir. bir kere böyle davrandı mı karşı taraf daha baskın duruma geçer. diğeri de onun anne/babası olur. düşünsene satranç oynuyorsun ama kaybederim diye hamle bile yapmıyorsun. ya da oyuna bile oturmuyorsun. daha kötüsü bir taraf kendini tamamen baskın tarafa göre yeniden uyarlıyor. artık zevkleri özgün değil. artık ilk tanıştıkları zamandaki farklı görüşleri, entelektüel farklılığı, kendine özgülükleri siliniyor ve klon oluyor. bir kız arkadaşımın çok sevdiğim bir sözü vardı. biraz marjinal ama haklı. "birbirinizden tat almak için birbirinizi hapsetmeyin. kendinize özgü olun. neden deniz balıkları çiftlik balığından daha lezzetli? :P " aşkı öldüren başka bir unsur da zaman içinde eşlerden birinin kendini geliştirememesi. orjinal haliyle kalması :) atlet pijama delik ev çorabı kısmına hiç girmiyorum. yine de rahatlayn ki; aşkın ömrü 6 yılmış ve aşkın beklenen doğal ölümü evlilik süresine denk geldiği için evliliğin aşkı öldürdüğü sanılırmış. sevgili emre yılmaz öyle söylüyor "şeytanın fısıldadıkları" kitabında :) mesela ben evleneceğim gün kötü oldum. eşimden eminim. evlenmek istediğim kişi o. bunun için zaman emek harcayıp zorlu yolları da aştık amaaaa o gün düğün günü içimde öyle bir his ki anlatamam. kesinlikle o masaya oturmak istemiyorum. ve düğünden önce eşime de anlattım bunu. "bana ne oldu bilmiyorum ama imkanım olsaydı, eğer şu anda elimde tibet e tek gidişlik bir biletim olsaydı giderdim ve ömrümü orada manastırda geçirirdim" düğün günü bırakıp gitme rezilliğini bir daha dönmemek üzere gitmek paklardı sanırım. ama dedim ya evlenmek istediğim kişi o ve bundan eminim. ama en ufak bir şüphem olsaydı bu kız mı evlenmek istediğim diye düğün günü demez iptal ederdim :) sonra başıma ne tür işler açılırdı bilemiyorum tabii. belki de belediye başkanının verdiği yetkiyle karı koca ilan edilmek fikri kötüdür. romantik değil yani. belediye daha çöpleri doğru dürüst toplayamıyor, ihalelerine rüşvet fesat karıştırıyor, kadrolaşmak için insanları işten çıkarıp kendi akrabalarını yerleştiriyor sonra gelip benim romantik aşkıma burnunu sokuyor. bence evlilik değil evlenme yöntemi aşkı öldürüyor :) benim aşkî duygularım yer yüzündeki herhangi bir devletten ve onun kurumlarından çooook daha üstün ve onaylanmasına onanmasına ihtiyacım yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder