25 Eylül 2013 Çarşamba

açık simsiyah

"neden siyah? tabii binlerce nedeni olabilir. dünya üzerinde siyah giymeye karar vermiş milyonlarca kişi olmalı. benim de onlardan bir farkım yoktu bu güne kadar. nedenlerin değil, siyah rengin bir şekilde buluşturduğu insanlardık biz. öncelikle karamsarlık ve umutsuzluğun simgesiydi siyah. evet, bu nedenle giydim. sonra geceye karışmamın ve şiddetin rengiydi. bu nedenle de giydim. sonra renkli insanların yanında entellektüel olanı gösterirdi siyah. pembe kazaklı birinin hayat felsefesi merak edilmez! ve bu nedenle de giydim. en son olarak da kan lekeleri üzerinde kuruyunca görünmez ve daha önemlisi zayıf gösterir ki ben bütün bu nedenlerden dolayı giydim" alıntıdan da anlaşılacağı gibi bu siyah gecede siyah ve saz arkadaşlarından bahsedeceğim. nedense ölüme pek yakıştıramıyorum bu rengi. matem, yas tutanlar tamam ama ölümün rengi beyaz olmalı. ağaran saçlar kadar beyaz, yıllardır güneş görmeyen tenler kadar beyaz, sevgili kerim tekinin söylediği gibi "kar beyazdır ölüm" kadar beyaz. ama siyah? olumsuzluklarla anılmıştır hep. kara pazartesi-kara para- kara borsa-kara kalpli-kara kış- ingilizcede geçen balck ice= gizli buzlanma- kirlenmeyle anılmıştır. mevleviler siyah cübbeyle ya da pelerin mi neyse yani dünyevi kirliliği temsilen siyah pelerinle semaya gelirler ve onu çıkarıp beyaz olan kıyafetlerle semaya çıkarlar. semaya çıkmak da ölüm değil mi aslında :) bakın onlar da ölümde beyaz giyiyorlar. yazarın yukarda dediği gibi entellektüelliğin de simgesi. aslında entellektüellerden nefret ederim. siyahın arkasına saklanırlar bilmediği konularda gizemli görünmek için ve genel çoğunluğun savunduğu bir sav, ilahi doğru da olsa sırf farklı olmak adına karşı görüşte saf tutarlar orospu çocukları. siyah onlar için bir siperdir ve sıradan inasnları aşağılamak için bazı kalıp soruları, insanı şoka sokan yaklaşımları vardır. tavsiyem, bu entellektüel insan bir yazar veya profosör de olsa gözlerine içine bakın. farklı olmak adına yanlışı savunduklarında cesurca savunun haklılığınızı. bir tanesi ile (yazar) diyaloğum olmuştu. bu arada siyahtan nerelere geldik ama devam edeceğim tabii. neyse bu yazar sırf etrafındaki insanların, herşeyin iyisini onlar bilirmiş şakşaçılığıyla kendini kaybetmiş, her dediği yargısız doğruymuş gibi davranmaya başlamıştı. ben de sorgulayan insanları temsil edecek kadar "neden"ci ve "ispat"cıyımdır. bir iki soru sordum ve ispat istedim ortalığı boş bulup atış serbest moda geçmesin diye. rahatsız oldu ve hamle yaptı tabii. "senin bir dünya görüşün bir hayat felsefen var mı?" (tabii bunu sen kimsin ki tavrında soruyor) -vaaaa-ar- "söyle de biz de duyalım" bi an durdum yarım saniye kadar ve ilk aklıma geleni söyledim -bir cümle ile şöyle söyleyebilirm; sıkma canını okşa patlıcanını. dünya görüşüm bu- tabii o üç saniye dondu kaldı ve arkasından kocaman bir kahkaha ile sarıldı bana "işte bu azizim. böyle düşündüğünü çekinmeden söyleyen adamlar lazım bize" bilmiyordu ki o salak tavrı devam etseydi dayak yemenin hemen arefesindeydi. "kaba kuvvet mi" deyip yüzünüzü buruşturmayın. dayağı hakeden birisi çok güzel hissediyor başına geleceği ve ortamda birisinin bunu yapacağını bilmesi iyi oluyor. not: bir yazardan adıma imzalı tek kitabımı o gün aldım :)
ünlü ressamların tablolarını düşünün. kasvetli bir gökyüzü, kasvetli karakterler, yüzleri acı dolu ya da yılların yorgunluğunu yüz ifadesinden yansıtan çizgiler. ünlü bestecileri düşünün. kasvetli opera müzikleri. dünya klasikleri arasında yerini almış best seller lar düşünün. bütün bu eserlerin ortak yanı melankolik olmsıdır. salak bir ifadeyle sırıtan bir adam portresi dünyanın en güzel eseri olmaz. monalisa gibi olmalı belli belirsiz bir gülümseme, dingin bakışlar.. resmin, ressamlığın ilk adımları kenarından dere geçen, gök yüzünde sapsarı bir güneşin olduğu, çiçekli bahçe içinde, verendalı, kırmızı çatılı, pencereleri giriş kapısına göre orantısız yüksek bir ev ise; son aşaması ressamlığın, 4te üçü karanlık olan bir tuvaldeki ciddi yüz ifadeli melankolik insanlar. müzik de öyledir. yazlık şarkılar unutulur gider ama ... o şarkılar işte. en iyileridir. siyah içine çeker. ışığı da içine çeker. eski sevgilime yazmıştım bir ara. "bizi saklayan gecenin rengi, ertesi günkü buluşmamızla aramızdaki tek engel olan gecenin rengi" diye. tutkunun rengi kırmızı mıdır siyah mı? bence tutkuya göre değişir :) bu cevap avrupalı bilim heyetinin osmanlıya gelip "üçgenin iç açılarının toplamı kaç derecedir" sorusuna osmanlı matematikçilerinin verdiği cevaba benziyor :) "üçgenine göre değişir" hep merak ederim bu cevap "yaa bi siktirin gidin sizle mi uğraşacaz" küçümseyiciliği ile mi söylenmiştir.. onu bırakın da bir insanın iç acılarının toplamı ne kadardır ki.
özeldir siyah. zilyon tane kedi rengi arasında kara kediler en özel yere sahiptir. acaba bu yaklaşım insanların herşeyi acı ile bağdaştırıp öğrenmesi ile mi ilgilidir? alın size bilimsel bir tespit: "Bir insanın düşüncelerini bileceksek onu en iyi bağımlılıklarından tanırız. 24 saat boyunca devam eden süreklilik içinde. Bedenlerinde beliren heyecanlarından tanırız. İşte bu sayede düşüncelerini biliriz. Asla ve asla seni çok seviyorum diyen insana yeniden hayat vermeyiz. Hep kendimizden nefret ettiğimiz durumlara geri döneriz. Her zaman." ben pek siyah sevmem. zorunlu oalark tercihlerim vardır ama tasvip ettiğim en koyu renk laciverttir. sağlıcakla kalın :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder