30 Temmuz 2013 Salı

geCe klibiniz

huzurlu bir uyku ve güzel rüyalar diliyorum. bu gece bir çok klip izledim ve yara bere içinde ancak bunu getirebildim :((

29 Temmuz 2013 Pazartesi

uykular ormanı

Beş parmak, uyumak için başını yastığa koyan alnında ve yüzünde gezinmektedir. Bunlar beş yaramaz kardeşlermiş. En küçükleri hani serçegillerden olanı, küçük kızın küçük burnuna tırmanmış. içlerinde en yaramazı oymuş. diğerleri de alında ve yumuşacık yanaklarda oynuyorlarmış. Anneleri sıkı sıkı tembihlemiş onları “sakın o çilekli dudaklara aldanıp ağzın yanında oynamayın sizi ham yapar” demiş. Bir de “sakın uykular ormanına girmeyin” demiş. Çünkü uykular ormanına giren kaybolur ve uyuya kalırmış. Bilmediği yerde uyuyanların başına kim bilir ne kötü şeyler gelirmiş. Kardeşleri serçeyi burundan indirmek için ikna etmeye çalışırlarken o da “tamam tamam iniyorum” deyip o çilek dudaklara doğru inivermiş. Kardeşleri telaş olmuşlar ve sağ yanaktan doğru koşmuşlar ağza doğru. serçe de oyuncu ya sol yanaktan alına doğru kaçmış. Kardeşlerini beklemiş. Uykular ormanına bir yandan girmeyi çok isterken bir yandan da korkuyormuş. Kardeşleri onu alında görünce rahatlamışlar ama o da ormana dalıvermiş. Onlar da saçın yani uykular ormanının sınırına gelmiş girelim mi girmeyeli mi diye tartışmaya başlamışlar. En büyük ağabey baş parmak, “gireceksek hepimiz girelim ve uykular ormanında birbirimizin uyumasına izin vermeyelim” demiş. Sonra derin bi nefes alıp dalmış onlar da küçük serçenin peşinden. saçın içinde parmak uçlarında sessiz sessiz yürüyorlarmış ve ardından esnemeye başlamışlar. parmaklarını defnenin saçlarının içinde gezdiren sinem de esnemeye başlamış   :O    bu uykular ormanı böyleymiş işte bir kere girdin mi uyku gözlerinden akarmış. küçük bebek nefesleriyle derin derin solumaya başlayınca, uykular ormanında kaybolan beş kardeş de gezinmeyi bırakmışlar uykuya yenik düşmüşler. empati kontenjanından o da uyumuş kalmış :)
 ben de uyuyorum :) iyi geceler..

28 Temmuz 2013 Pazar

afferin bu gençlere

2013 AVRUPA BASKETBOL GENÇLER ŞAMPİYONU TÜRKİYE'NİN OLDU.
ÇOK KISKANIYORUM BU KUPA KALDIRANLARI:)TEBRİKLERR

6x7=AŞK

bunlar ilk kez üni. kantininde karşılaşmışlar. ders saati gelip de herkes masadan kalkınca ikisi baş başa kalıvermişler. Oğlan sandvich ve ayranla mesgulmüş. kız da utangaç utangaç çaprazdan oğlana bakıyormuş. farketmiş tabii çocuk ve iri bi maydonoz dalını alıp dişinin arasına yerleştirmiş ve kıza “meraba :)” demiş. O aana kadar azcık gergin olan kız yüksek sesle gülmeye başlamış. “neeeee?” demiş çocuk. < :D dişinizde maydonoz kalmış ahahaha>  çocuk da hızlı bir dil hareketiyle maydanozu yok etmiş ve yemeğe devam etmiş. Güya kızla ilgilenmiyor numarası yapıyormuş. Sonra bir parça peyniri ağzının kenarına yapıştırıp “hangi bölüm?” demiş. Kız zaten gülüşünü zor zaptettiğinden yine kahkaha atmış. “yine ne var?” <şeeey ağzınızın kenarında bir kalıp peynir kalmış :D > “fakındayım sonra yemek için sakladım. İster misin?” <hayıııııır> masadan diğer insanlar kalktığı için biraz çaprazda kaldıkları için karşı karşıya gelmişler. Çocuk “aaaa gözlerin lacivertmiş” kız da utanarak başını eğmiş. “utanma kız herkesin başına gelebilirdi :) senin suçun değil“ < :) > “gitmem lazım çünkü bu dersi kaçıramam. Bu dersi alttan alan yüzlerce öğrenci var” diyerek ayağa kalkmış çocuk. <sekreterlik bölümü> “efendim??” <bölümümü sormuştunuz ya< “ah evet :) o zaman yarın yine aynı saatte burda?” <belki :)> “tamam görüşürüz” <tamam> “tamam dedin :)” <sus farkındayım> ertesi gün aynı saatte aynı yere tekrar gelmişler. Kız önce gelmiştir. Kalabalık kantinde oturacak yer olmadığı gibi yürümek de pek mümkün değildir. Ama nedense hemen göz göze gelirler. Çocuk iki elini açarak “napıyoz” der işaret diliyle. Kız da “gel gel “yapar. Çantasını kaldırır yanından. Ona yer ayırmıştır :) çocuk kalabalığı yara yara ilerler ve masaya ulaşır. sıkış tepiş oturular. “buraya sığacağımı nasıl düşünürsün?” <evet hesaplayamamışım :) > “arkadaşların mı?” <evet> konuşurlar ama hem insan hem de müziğin gürültüsünden bağırıyorlardır. Çocuk kızın kulağına aklaşır “heeeyyy adın ne” <sema. Seninki?> adlalarını gürültünün içinde öğrenirler. Masadakiler semanın arkadaş grubudur ve içlerinden bir eleman sema ile dipdibe oturan çocuğa gözleriyle mesaj vermeye çalışıyordur sanki. Ama bizim çocuk bir bakışa, bir söze, bir tehdide pabuç bırakacak biri değildir. Sıkışıklığı da kullanarak sol kolun semanın yaslandığı sıraya koyar sağ kolu da masadadır ve sema sanki kollarının arasında gibidir. Sema oralı bile değildir hatta arada sırtını ona yaslıyordur arkadaşlarıyla konuşurken. Ders saati yaklaştıkça içerdeki sigara dumanıyla beraber kalabalık da azalmaktadır. En sonunda arkadaşları kalkarlar ve sema hala oturmaktadır. O eleman semaya –gelmiyor musun derse-- der bozuk bi sesle. <siz gidin biz bu gün asıyoruz değil mi> deyip sırtnı yasladığı çocuğa bakar. Onlar gidince kız <kusura bakma 1 aydır peşimde ama bir türlü açılamadı dolayısıyla ondan pek hazetmediğimi belli etmeye çalıştım sadece. Bu iyi oldu. Dersin varsa git sen ben de eve giderim. Bu gün okul boğuyor beni> “dersim yok ama öğleden sonra bir işim var. Kredi yurtlar kurumuna uğramam gerek. Eksik evrak işte. Cumartesi müsaitim ama. Ne dersin?” <olur çok isterim ama izin alabilirsem evden ancak :\ > “ok izin alabilirsen ykm de?” <umarım ama saat veremem. Belki Pazar olur> bunları konuşurken kampüsten çıkmış ve kızın durağına gelmişlerdir. “peki tamam görüşürüz umarım” çocuk giderken kız seslenir arkasından <yarın öğlen 12 de batıkent tarafına bak. Duman görürsen geleceğim demektir> “haaa?” <telefonun diyorum. Bir numaran var mı :) dumanla mı haberleşcez?> “ah pardon gözlerine bakınca aklım karışıyor” <:)> ertesi gün buluşmuşlar. Okul günleri her gün öğlen beraber yiyolarmış. Her hangi çıkma teklifi olmamıştı aralarında. Bunları gören yıllardır çıkıyor sanırmış. Ama dışarda buluştuklarında elele geziyorlarmış. Bir akşam kızı evine bırakırken çocuk “seni seviyorum” deyip küçücük bir öpücük kondurmuş kızın nemli dudaklarına. <ben de seni> ilişkileri çok eğlenceli bir şekilde sürüyormuş. Birbirlerini sürekli şaşırtıyorlarmış. Bir yere gittiklerinde hesabı çocuk öderse başka gün mutlaka kız ödüyormuş. Daha doğrusu sırayla yapıyorlarmış. Ama kız <senin yanında parayı ben vermeyeyim. Sen ver> deyip çocuğa veriyormuş parayı. Üniverstelilerin gittikleri puflara oturulan kafelere gidiyorlar, romantik müziklerde dans ediyorlar, ahmet kaya çalınca durgunlaşıyorlar, birbirine daha sıkı sarılıyorlarmış. Off tamam bazen bir kaç dakikalık öpüşmeleri de oluyordu loş mekanlarda :) (ama sinemcim öpüşmesinler mi demi? Niye geriyorsun beni bu konuda :) mesela elele iken kızın elleri heyecandan terliyormuş ) neyse kışın yağmurlu bir akşam üstü kızı eve bıraktığında kız, <bizimkiler bu gün çok geç gelecekler.. ne dersin?> dediğinde çocuk “allah derim :)” demiş. Çünkü babasında ölesiye korkan bir kız seni eve davet edince en az onun kadar cesur olmalısın. Ölümü göze almalısın yani. 15 katlı sitenin 6. Katında oturuyorlarmış. Eve çıkmışlar. Uzun uzun konuşmuşlardır herhalde :) derken yarım saat sonra kapı çalmış. Kız panikle pencereye koşmuş ve babasının arabası park yerinde görmüş. Allahımmmm başından kaynar sular dökülmüş sanki. daha eve ilk erkek atışında babasına mı yakalanacaktı :) panikle <çocuğa saklan çabuk ben öldüm babamlar kapıda> demiş. Bizimki de panik olmuş. Kendi için değil tabii kız için korkmuş. Hızlı bir karar verip balkona çıkmış çünkü kapı anahtarla açılmayınca kapı zili daha hızlı daha acı acı çalmaya başlamış. Şimdi düşünüyorum da aslında kızın odasındaki yatağın altı da olurmuş :) balkondayken kapı zili sesi kesilmiş. Epey beklemiş yağmur baya iplik gibi yağıyormuş. (Aslında hikayeyi burda bitirip seni merakta bırakmak isterdim ama yapmıycam) kızın gelip onu balkondan alıp güvenli bir şekilde dış kapıya ulaştırması en güzel seçenekmiş ama balkonda dikkatini başka bişey çekmiş. Yan balkon yani kızın annesigilin yatak odası balkonunun diğer ucu apartmanın hemen yanındaki dik yamaca baya yakınmış. Dur sen anlamadın ve haklısın. Hikayenin kalanını çizerek anlatacağım :P şekildeki gibi balkonun dışına çıkmış ve karşıdaki dik yamaca doğru sıçramış. biraz da can havliyle yani. tabii ki atlayışı kısa kalsa 6. kattan betona çakılması işten bile değilmiş ama gözüne kestirmiş bi kere. gözüne kestirip de atlayamasa zaten o zaman içine dert olurmuş. düştüğü yer yani yamacın çamur olması düşüşünü yumuşatmış. neyse resimlere bak oradan devam edeceğim
yere düşünce bakmış hiç bi yeri acımıyor. bacaklarını oynatmış, ok. en azından yürüyerek gidebilirmiş oradan :) biyerleri acıyor da önemli değilmiş yani yaşadığı adrenalin şokunun yanında. 6 kere 7 kaç diye en son beyin hasarı tespiti yapmış "6x7=42 ooo yeee herşey yolunda" deyip çamur adam gibi apartmanın arkasından çıkmış. allahtan gece ve yağmurluymuş da gören kimse olmamış. batıkent otobüs duraklarından kızılaya giden birine binmiş. bu arada aklı halen kızdaymış ve herşeyin yolunda olmasını ummaktan başka bir şey düşünemiyormuş. otobüste ve durakta insanlar onun çamurdan adam halini görmezden gelmişler. belki de acımışlar ama bizimkinin keyfi yerindeymiş baya. ertesi gün okulda karşılaştıklarında kocaman sarılmışlar birbirlerine. kız şok içindeymiş halen. <nasıl yaaa anlamıyorum. bütün gece çaktırmadan seni aradım evde. nasıl çıktın evden. allahım bi daha yapmayalım böyle bişey. basılmak ayrı, seni saklamak ayrı, senin kaybolman ayrı birer şok oldu> çocuk mu? tabii ki söyelememiş nasıl çıktığını :))

sabah klibiniz :)

milow, craig david ve leny kravitz arasında kararsız kalmıştım. ötekileri de başka gün paylaşırım.

27 Temmuz 2013 Cumartesi

kod adı: yolcu

az konuşurlardı. çok az ve kısa cümleler. tanıştıklarında adını söylemesini istememişti erkek. ankara terminaline girmek istemeyip direk geçmek isteyen bir firmanın otobüsü, ankara yolcularını, ankara girişinde çevre yolunda otogara girecek başka bir otobüse aktarmayı teklif etmişti. emrivaki diyelim. saat gece 11. birbirlerini tanımayan bir erkek ve bir kızdı sadece ankara yolcuları. otobüs durdu valizleri aldılar ve hemen başka bir otobüs durdu. muavin ikisini yeni gelen otobüse yerleştirdi ve artık yeni otobüste "biz" olmuşlardı. hemen birbirini tanıyormuş gibi koyu bir muhabbete başladılar. son durakta birbirini tanımayan ama zaman geçirmek için yol boyu muhabbet eden insanların aksine otobüsten inince de beraberlerdi. gidecekleri semt aynıydı. taksiyle gitmeye karar verdiler. kız taksideyken *tanışsak artık* dedi ve *ben..* dediğinde "adını söyleme lütfen. seni bir isimle hatırlamak istemiyorum." diye durdurdu onu erkek. devam eden sohbet sonunda ertesi gün buluşma kararı aldılar. isim yok. ikisi de adlarını söylemediler. tuhaf bir oruç gibiydi. buluştular ve sonraki ve daha sonraki günlerde de. buluştuklarında süt ve çikolata yemiyorlardı :) hazır çorba yapıp hani o küçük şişede olan acısosu boca ediyorlardı :P (evet romantik değilim çünkü bu saatlerde acıkıyorum)
az konuşurlardı ama beraber çok şey yaparlardı. erkek, kızın saçlarını çok severdi. bazı günler onun saçını yıkardı. özenle havluya sarar, saçlarını yumuşacık kurulayıp tarardı. ritüel gibiydi. ona karşı tuhaf bir özen vardı içinde. o da farkındaydı ve neredeyse nefes almadan dururdu.
güneşli bir pazar öğleden sonra dışarı çıkmaya karar verdiler. kız ise oyalanıyordu fhm dergisinin sayfaları arasında. erkek rica ederek ama direktif şeklinde toparlanmasını söyledi. "hadi toparlanır mısın artık. daha ayak parmaklarına oje sürecez" kızın ayağını bacaklarının arasına kıstırıp pür dikkat bordo ojeyi şeffaf tırnaklarına sürüyordu. oje kokusu ve saçlarından gelen şampuan kokusu karışmıştı birbirine. erkek giyinikti. kız ise hala elbise gibi sarındığı havlusuylaydı ve bundan rahatsızdı. Ayağı erkeğin ellerine ve dizlerine emanet olduğu halde kendini kasmıştı. "diğerini ver" dediğinde. *lütfen yere yavaş bırak. şu an cam vazo gibi hissediyorum ayaklarımı. bu kadar hoyratken bazen kırılacak bir şeymişim gibi hissettiriyorsun bana* demişti. sonra mı? erkeğin ona yeni aldığı elbiseyi ve önü açık topuklu ayakkabılarını giydi ve dışarı çıktılar. ikisi de kızın ayak tırnaklarına bakıp kaçamak gülümsüyordu. aşk yoktu. isim de yoktu. bi keresinde erkek kızın yüzüne uzun uzun baktı. kız kafasını -ne var?- anlamında iki yana salladı. "adın yasemin mi?" diye sordu. kız *hayır* dedi :)) dudağını bükerek gülüyordu ve adını hiçbir zaman söylemeyecekti. belki de içinden *görürsün sen* diyordu.

sana inanıyorum


Sana İnanıyorum

İnanmıyorum beni tanıdığına
Her ne kadar ismimi bilsen de
İnanmıyorum yaptığım hataların
Yalnızca benim suçum olduğuna
İnanmıyorum sihrin
Yalnızca akılda olduğuna
İnanmıyorum birini sevebileceğime
Yalnızca zaman geçirmek için…
NAKARAT: Ama sana inanıyorum
Ve sana inanıyorum
İnanmıyorum güzelliğine
Asla yerine konmayacak bir şey olduğuna
İnanmıyorum asla bir başyapıtın
Senin yüzüne benzeyeceğine
Joker her zaman gülümsüyor
Dağıtılan her elde
İnanmıyorum öldüğün zaman
Varlığının hissedilmediğine
NAKARAT (x2)
Ve eğer olur da çekip gitmen gerekirse
Dünyamdaki hiçbir şey asla aynı kalmayacağına
Hiçbir şey sonsuza dek sürmez, ama o zamana dek birlikteyiz
Sahip olduğum her şeyi vereceğim sana yine ve yine
NAKARAT 2: Çünkü sana inanıyorum, inanıyorum
Sana inanıyorum, inanıyorum (x3)
Çünkü sana inanıyorum
Ve sana inanıyorum
Ama sana inanıyorum
Ve sana inanıyorum
Sana inanıyorum, inanıyorum (x4)
İnanıyorum, inanıyorum, sana inanıyorum..

25 Temmuz 2013 Perşembe

küçük bir hikaye denemesi


Kız kantine girer,etrafına bakar fakat kimseyi göremez.köşeden biri seslenir,ona doğru yönelir bir yerde buluşur,konuşurlar:

-gelsene masaya

-yok ya kalabalıksınız

-gel ya bir abimiz var morali bozuk bizde ona moral verelim diye geyik yapıyoruz

-hımm ne oldu ki?

-eşinden ayrıldı,sıkıntı yani

-aa dışarıdan biri mi?

-yok ya bizim bir üst sınıf

Kız şaşırır.hem evli hem de okuyor.peki nasıl geçiniyorlar?diye geçerken aklından.sadece kağıt üzerinde evlilermiş.kız bundan bir sene önce mezun olmuş, atanmış.çocuk hala okuyormuş.tayini çıksın diye nikah yapmışlar.

Kız masaya oturur.tanışırlar,konuşma kaldığı yerden devam eder.çocuk içinin yangınını anlatırken,müzik kutusundan ‘ilhan irem, anlasana’ çalar.çocuk dugulanır ve gözünden damlalar akıverir.karşında oturan kız şaşırır,nasıl olurda bir erkek böyle acı çekebiliyor diye düşünür.kalkarlar masadan sonra çocuk birden arkasını dönüp,özür diler.’’sizinde moralinizi bozdum ‘’der.kız ‘’yok ‘’der sadece.

Zaman geçer,uzun süre görmezler birbirlerini,sonra kız arkadaşlarıyla konuşurken bir gözün ona baktığını görür,ve o an göz göze gelirler.hafifçe gülümserler birbirlerine.ortak arkadaşları onları tekrar bir araya getirir.(planlı olarak)sonra bir daha derken telefonlar alınır,etkilenme başlar.

Cafeden çıkarken çocuk,birden kızın elini tutar, kızda çekmez.Ama düşünür.bir kaç ay önce başkası için yanında ağlayan çocuk şimdi elini tutuyor.kendini çekmeye çalışır fakat o kadar etkilenmiştir ki.büyünün bozulmasını da istemez.neyiz artık biz sevgili miyiz? diye düşünür.sormaya çekinir.artık sürekli buluşmalar başlamış,birlikte vakit geçirmeye başlarlar.o zamana kadar kızın hiç tatmadığı duygular yaşanır.en çok sevdikleri de birlikte çikolata ve süt yemekmiş.kız artık kaptırmış kendini,çocuk ise aslında unutmak için birlikteymiş.ve bunu kıza anlatmış.çünkü kızın ona aşık olduğunu anlamış ve ‘’seni hiç üzmek istemiyorum,sen çok iyisin yapamayacağım’’ demiş.kız o an yıkılmış.tamam demiş sesisce.çocuk ben senin her zaman yanındayım ne zaman istersen görüşürüz demiş.kız içinden dayanabilir miyim?sanıyorsun demiş.şimdi ‘’anlasana’’ parçasını sürekli dinleyen kız olmuş.arkadaşları sürekli teselli etmişler kızı.kız öyle sevmiş ki fark etmeden.arkadaşlarıyla otururken birden kalbi hızlıca çarparmış,arkasına baktığınca çocuk geçiyor oluyormuş.ama hiç karşı karşıya gelmemişler.bir gün kız arkadaşlarıyla cafe de oyun oynuyorken küçük bir camdan biri bilardo sopasıyla masaya vuruyor.cama baktıklarında bir baksınlar ki çocuk gülümseyerek göz kırpıyor.şaşırmışlar,kız heyecandan kızarmış,elleri terlemiş.çocuk da arkadaşlarıyla iki masa ötede okey oynamaya başlamışlar.kızın bir arkadaşı onların masasına gitmiş çocuğun yanına oturmuş,samimilermiş onunla.kız diğer arkadaşlarıyla oturmaya devam etmiş,sonra birden okey taşı fırlatmış çocuk,cama gelmiş.herkes bir an susmuş kızın olduğu tarafa bakıyormuş.kız bakmış ‘ne’ dercesine,çocuk davet etmiş masaya.böyle davet mi olur?kızın aslında hoşuna da gitmiş,buca zaman görmediği sevdiği kişi onunla ilgileniyor.gitmişler kızlar masaya ,kız karşında oturmuş.arkadaşına ‘’şans meleği senin yanında’’demiş.çünkü beraberlerken okey oynadıklarında kızın eline okey taşını tuttururmuş.sonunda da o okey taşıyla bitermiş.kız gülümsemiş.oyun bitmiş.kızlar dönerken konuşmuşlar bence birleşirseniz diye,kız da ümitlenmiş nerden bilsin onunla son  konuşmaları olacağını.bir daha hiç konuşmamışlar sadece uzaktan selamlaşmışlar.çocuk mezun olmuş.sonra ayrıldığı eşiyle tekrar barışmış evlenmişler.tabi kız duyunca ilk üzülmüş sonra sevinmiş,biliyormuş çünkü onu daha çok sevdiğini.bir gün arkadaşıyla çarşıya gitmişler.bankamatiğin orada fotoğrafçı varmış.sanki kıza oradan biri bakıyormuş gibi vitrine bir bakmış ki çocuğun evlilik resmi,arkadaşıyla şok olmuşlar kız uzun uzun bakmış.artık ne zaman çarşıya gitse ilk işi o fotoğrafçının önünden geçmekmiş taa ki o fotoğraf oradan kalkıncaya kadar…

günaydın :)

daha önce çektiğim güzel bir resmi paylaşmak istedim. her yıl giderdim oraya, bu sene gidemedim :\  oradaki atmosferi yaşamayı seviyorum. resmi koyayım şimdi, gelince yazarım bişeyler. yazılarım hakkındaki güzel sözlerin için teşekkür ederim. bu blogta bişeyler güzelse senin verdiğin ilham ve kattığın denge'dendir. (aradan 9 saat geçer)
çok daha önce geldim ama bir türlü oturamadım bilgsyra. bisikletimin bir iki işi vardı. l senedir (bu arada "bir"i küçük "L" ile yaptım :P ) lastiği inik, toz içinde duruyordu ve ancak bu gün ele aldım. temizlik, yağlama, lastik değişimi falan. ama çok rahatmış yaaaa. bir pedal ile tıssssss diye 15-20 metre gidiyorum sakin sakin. şimdiiiii bu ağaca çapıt bez bağlama inanışına batıl inanç diyosanız hayata bakış açınıza bir daha göz atın derim. öncelikle hoş görülü olmalısınız, inanmasanız da, tuzunuz yeterince kuru ve her şeye sahipseniz bile oraya gelip kurdele, bez falan satan ablalardan 3 beş kuruşa dileğinizin bağını almalısınız. daha önce oraya gittiğimde yanımda bir kaç motorcu arkadaşım da vardı. bi baktım elemanlar kendilerini kasmışlar. "biz burada tamamen turistik bulunuyoruz" gibi bir algı, bir mesafe oluşturmuşlar. yeri de söyleyeyim durun. elmalı ilçesi tekkeköyü abdal musa türbesi. haziran başında aleviler orada baya konserli monserli bir karnaval yaparlar ve uzak illerden otobüslerle gelirler. pazar kurarlar, adaklar, kurbanlar, yemekler, çadırlar.. abdal musa türbesi bahçesinde -türbe dediysem aslında dergah- mezarlar vardır. yüzlerce. insanlar bu mezarların arasında çadır kurarlar ve uyurlar :) hatta içerler. hatta abdal musa için de şarap içerler hem de bol bol hem de gece gündüz.. çingeneler de gelir. hal böyle olunca bizim salak çocukların kendini kasmalarını tecrübesizliğe ve görmemişliğe bağlıyorum.
ağaca gelirsek; bu kadar dilek tutulan bir yerde dilek ağacı olması çok normal ve çok güzel. o ağaç bir aracıdır ve kollektif zeka orada dilek tutmaktadır. hadi "o ağacın ruhu yok" deyin bana. türkler ağaçları sever, doğayı sever. bu da bizi azcık şamanist yapar :) tathtaya vurmakla kötü şansın ve şeytanın def edilmesi gibi getirdiğimiz çok inanış vardır. abdal musanın penceresine mum dikilir. güzeldir ve zenginliktir bunlar. dedim ya herşeyiniz varsa bile orada dileğinizi dileyin. ayağı topalların yanında ayağınızı aksatarak yürümek sizin nezaketiniz ve güzelliğinizdir.
son söz; eski inanışlarımıza sahip çıkalım. omuzumuzun üzerinden bakmayalım. ne güzeldir ki o ağaç rengarenk elbisler giymiş, allı morlu bir ağaçtır ve çoğu kendini insan sananlardan daha çok saygı görmektedir.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

kelimeler..

Bu gece yazmak istiyorum ama eğlenceli yazmak istiyorum. Kelimeler?? Eveeeeeeet hiç kaçarın yok çünkü kelimelerden çağrışım yapacağım. Valla seni hoş tutmaya çalışacağım :) ama “kelimeler” bunlar nereye gelir nereye gider bilinmez.. Şimdiii en yakınımızdaki kitaptan rastgele bir sayfa açalım bir kısım bişeyler yazalım. Kitap “yüzüklerin efendisi” sayfa 255: ------“eh bu hepimizin kulağına küpe olsun!” Diye güldü merry. “İyi ki elinle değil de o dalla vurmuşsun yolgezer!” “Nereden öğrendin bu şarkıyı sam?” Diye sordu pippin. “Bu sözleri daha önce hiç duymamıştım” Sam anlaşılmaz bişeyler mırıldandı. “kendi kafasından uydurdu elbette” dedi frodo..------ Şimdi gelsin rastgele kelimeler . bakalım sen bu kelimeleri hayatında nerde nasıl kullanırsın? Hakkında neler çağrıştırır?:) ---Kokular, gerek, dışında, bırakmak, yeniden, tadına, büyümekteydi, hikayeler, uçurumdan, aile reisi.--- bak geriliyorsan bırakalım burda sinemcim :)
Kokular: korkular diye okumadın umarım. Gülüyorum çünkü ne yazacağımı buldum. Çok kolay oldu bu. <kokuların içinde en tarifsizi, en güzeli yeni doğmuş kızımın kokusu> dersin değil mi?
Gerek: kararsız kaldığında birinin seni itmesi gerek. Bekli de buna ihtiyacın var.
Dışında: günlük rutinin dışında rahat değilsin gibi hissediyorum. Yani programını bozan bişey süpriz olmamalı ki (davetsiz misafir) planladıkların tıkır tıkır yürümeli. İtiraf ediyorum bu kelimede baya zorlandım :/
Bırakmak: ahaa yakaladım seni. Sorumluluğu birine bırakmak. Ama çok güvendiğin biridir bu. Planlasın, ölçsün, hesaplasın sen de peşine takıl. Yeter ki güven :)
Yeniden: ünivertsede olmak yeniden?
Tadına: sıcacık pideyi kaymaklı yoğurda banmanın tadına doyum olmaz ama şu an acıkan benim sanırım. Hadi sen de küçükken ağzında bir anda nasıl kaybolduğuna anlam veremediğin pamuk şekerinin tadına doyama :)
Büyümekteydi:.sıradan olduğunu düşündüğün her gün kızın biraz daha büyümekte. :) o derin iç çekişine hala gülüyorum. Canım yaaa.
Hikayeler: aklıma gelen tek şey bu şarkı. Senin de aklına gelsin artık.
Uçurumdan: off zor bir kelime daha. İri iri gözyaşlarıyla ağlayabilseydim eğer uçurumun kenarına gelip gözyaşlarımın aşağı düştüğü bir aanı yaşamak isterdim. Çünkü romantik. Sana gelince korkularını uçurumun kenarına getirip itmen dileklerimle :)
Aile reisi: “ben kimseye itaat etmem” diyendir reis. Aklındaki reisin baban olduğunu düşünüyorum. Hala aklımda adı ve adının önündeki mesleki titri.
Bu gecelik bu kadar ve iyi geceler :) ah şimdi gördüm :(( Blogta değildim wordde yazmıştım yazıyı uzun sürer diye. Seni anlıyorum misafir işte. Evine almışsın bir kere ve şunu yapma, bunu elleme, öpme demek olmaz :(  Hem sen ona çok iyi bakarsın :) görüşmek üzere ve iyi haberlerini bekliyorum..

grip:(

Kizim hasta:( yazin ortasinda grip oldu.burnundan nefes alamiyor,arada ates yukseliyor ama keyfi yerinde .pazar gunu uzun zamandir gormedigimiz arkadaslarla bulustuk kizlari hastaydi,nasil burnu akiyodu anlatamam .annesi ``hadi kizim op defneyi``diyip durdu,kizda optude optu.tabi ben bisey diyemedim her zamanki gibi,defne hasta olsa ben cocuklu biriyle gorusmem iyilesene kadar ama insanlar bazen dusunemiyorlar. Bu yuzden canim sıkkın.

:)

hayatımda hiç ütü yapmadım ama yapanları gözlemlediğim kadarıyla çok zevkli bir işmiş gibi geldi bana :)) bi daha toplayayım, gözlemlediğim kadarıyla ütü yapan kişi (anne) sessizleşir, başka işleri yaparken şarkı söyleyen kadın artık susmuştur. kafası başka bir yerde midir yoksa "kumaşın kıvrık vadilerini elindeki devasa uzay aracıyla düzelterek bir gezegeni işgal mi ediyordur? uzay gemisi arada yükselir ve noss ları açar duptısssss ve yeryüzündeki direnişçiler kızgın asit buharıyla buharlaşırlar" gibi piskopatça bişeyler mi düşünüyordur? ama sessizleşir işte. meditasyon gibidir sabır sabır.. ütü biter ama o üstüne sinen hal, ağırlık devam eder. konuşmaz. zaferini tadını mı çıkarıyordur acaba? <dağ gibi çamaşırları yerlebir ettim> şimdi aklıma geldi keşke iş bitiminde annemin yanına gidip bir kadeh şarap versem "çamaşırlara!" deyip kadeh tokuştursaydık :) zor bişey şu ev işleri. hani ruh halin, iç disiplinin sağlamdır, o zaman sabırla oturur her işi yaparsın. ama ruh halinin ütülenmeye ihtiyacı olan kalp grafiği gibi çıkıntıları vardır.. işte o işler insanın saçlarını ağartır o vakit. ben mi :) kot, eşofman, tişört = no iron no white hair  hatta bu günlerde kurstan gelince tişörtümle banyoya giriyorum biraz kendimi biraz tişörtü şampuanlıyorum sonra çıkarıp ters giyiyorum tersini de şampuanla keseliyorum, duruluyorum, çıkarıp sıkıp duş bitince gergin bir şekşilde ipe asıyorum. yok ütü gerekmiyor. çamaşır yıkamak da gerekmiyor ama kışın pek tavsiye etmem :) kahvaltı mı? derince kase içine bir yemek kaşığı un, bir yumurta ve yeterince süt ile cıvık hamur yapıyorum ve yassı tavada pişiriyorum. arada tahta bilmem ney ile çeviriyorum. evet teflon tava. duruma göre yanında peynir ya da bal ile gidiyor. çay demlendi ve ben hala burdayım geç kalıyorum kahvaltıya görüşmek üzere ütücü kız :)

ütü

bugun hic bisey yazamadim konu basligindanda anlasilacagi uzere tum gun ütü( hatta bu saate kadar)yaptim.tum gun demekle abarti yapmis olabilirim.ev isi yogunlugundan firsat olmadi yakin zamanda yazarim.adalet ahlak erdem konusunu soyle üstünkörü(yuzeysel)(belki bilmiyosunuzdur.bizim orada cok kullaniriz)okudum derin bir konu yarin firsat bulursam bu konu uzerine yazarim yada bas edemezsem baska konu bulacaz artik:)

22 Temmuz 2013 Pazartesi

ahlâk! erdem! adalet?

bu gün bütün öğleden sonra dilimde bir kelime. durup durup anlamsızca bu kelimeyi doğru biçimde hecelemeye çalışıyorum. "epistemoloji" anlamını bilmiyorum/dum okudum ve "bilgi felsefesi" bilginin kaynağını, gerçekliğini, doğruluğunu sorgulama temeline dayanan felsefeymiş. umarım artık rahat bırakır dilimi. hadi bi de cümle içinde kullanalım da hatırı kalmasın. "epistemoloji kime göre neye göre :))" huzur buldum sanki. geçenlerde de dilimde ve aklımda bir şey vardı ımmmmm hatırlayacam şimdi hah "olmayana ergi" bunu açıklamayacam şimdi her şeyi devletten beklemeyin. günlük hayatta kullandığımız ya da dinlerken başımızı pozitif anlamda sallayıp onayladığımız konuşmalarda bunun gibi bir çok kelime ve terim var. neyse bunu da cümle içinde kullanıp gönderelim "annemin pazardan aldığı olmayana ergiler baya ekşiydi"
bu gün aslında ahlâk ve adalet üzerine yazacaktım. adalet kavramını epistemolojik olarak incelemek gerek ki uzun bir yazı olurdu o sebeple önce ahlâğı ele alalım kısaca. ahlak; basit bir kavramdır ve kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmazsan veya hak yemezsen zaten adalet denen şeye gerek kalmaz. adaletin adı büyüktür, kapsamı büyüktür, kelli felli çağrışımlar yapar ama nedense basit mantık oyunlarıyla çözülüverir. mesela "adalet niye mülkün temelidir de insan haklarının, insan hayatının temeli değildir?" niye zenginde olan malı ve mülkü korumak öncelikli görevidir? (fazla mesaisini alamayan işçi) niye kul hakkı  öbür dünyada görülecek bir hesaptır? niye zenginin çalınan hurmasının cezası, mahkemesi bu dünyada alel acele görülüverir.. basit insana göre ahlâk önemlidir. çakallara göre ise adalet. çünkü dini veya mülki-medeni kanunların bu gün suç saymaktan çıkardığı bir fiili kendi sağ duyunu, vicdanını yok sayarak verilmiş hak olarak görüp o eylemi gönül rahatlığıyla yapabiliyorsan sende sorun var demektir. peki örnek: medeni kanun yarın "en fazla 3 kadınla evlenebilirsin" derse kanunun sana verdiği serbestlikle bunu gönül rahatlığıyla yapar mısın? ya da dese ki "evlenme yaşı olarak onüç uygundur" komşunun kız çocuğuna bakıp "aslında neden olmasın baya da gideri varmış" diye mi düşünürsün? o sebeple ahlâk ahlâktır basittir sağlamdır. dünya üzerindeki her tür kanun üzerinde bir ahlâk yapısı geliştirmeniz dileklerimle..
ekleme: yazacaktım derken içimdekini kusmuşum haberim yok. çaktırmayın :)

daktilo

ne güzel bi oyuncaktır daktilo. biraz da kaprisli bişeydir. iyi düşünüp tartmak lazım kelimeleri. benim klavyede yaptığım gibi yazayım nasılsa gerisi gelir diye düşünmek olmaz. cümleni kafada oluşturursun, kelimeleri son kez yoklarsın ve ta-ta-ta-tat kaprislidir çünkü backspace tuşu yoktur. hiç naz çekmez. olan sertçe çekilerek buruşturulup atılan kağıda olur. elinle yazabilirsin. bilgisayarla yazabilirsin. hatta benim gibi özellikle daktilo font bulup harf işleme programıyla türkçeleştirirsin. bilgisayarla olsa bile daktilo font unun bir ağırlığı var. hatta font, kendinden silik kısımlara sahip. illa daktilo istiyorum diye tutturmak da kapristir, arızadır ve ben şu an deli gibi daktilo istiyorum. hani şu küçük kibar, kendinden çantalı olanlarından. her harfi küçük çekiçlerle çakarsın kağıda. çat çat seslerle. yukarda ta-ta-ta dedik amma çat daha güzel geldi kulağıma. daktiloyu yapan adam da arıza sanırım çünkü 1 rakamı yok. yav o kadar harf yaptın, sistem kurdum mekanik, zamanlama, çarklar, sonra sen oraya 1 i koymaya üşen. niye? küçük "l" (le) aynı işi görüyor çünkü. sinirliysen eğer yazın kop koyu harflerle pırıl pırıl parlar. sakinken daha siliktir. benim hiç daktilom olmadı ama hafta sonu kaçamaklarım olmuştur ödünç daktiloyla. ankarada nerede satıldığını biliyorum hatta bazen önünden geçerken yavaşlarım ve vitrinden kesişiriz. sonra diyorum ki niye alayım? işte soru bu. sırf sesi ve mekaniği için alacağım, yazacağım bişeyler ne olacak? ha tamam yazıp yazıp birilerine göndersem? seviyorum ama eşya bağımlılığından nefret ettiğim için, evdeki eşyaların üçte ikisini gözden çıkardığım için yeni bir eşya daha istemiyorum belki. seviyorum ve bir eşya ile daha bağ kurmayayım diye istemiyorum belki. ama ben severim halâ ustura ile traş olmayı, eski motorsikletleri toplayıp tamir edip kullanmayı ve eski bmw yi. belki de uğraşmayı seviyorum ya da o şeye harcadığım çaba sonucunda ulaşmayı seviyorum.

21 Temmuz 2013 Pazar

kime göre keyif,kime göre çağ dışı

ne kadar rahat insanlar bu çingeneler. dünya yansa umurlarında değil. niye böyle sonuca vardım? çünkü bugün sahile yürüyüşe gittik. Boğaçay ' ın  bitiminde çingeneler kamp kurmuş. kamp dediysem öyle çadır madır yok. yataklarını ve yastıklarını sahilde üst üste koymuşlar. mangallar yanıyor, anneler yemekleri hazırlıyor, çocuklar denizle çayın birleştiği yerdeki suda oynuyorlar evin erkekleri okey masasını kurmuş keyifleri binbeşyüz anlayacağınız. diğer taraftan kendilerine 10-15 metre uzaklıkta beach var. kızlar çeşit çeşit giymiş bikinileri, takmış gözlükleri ''ay bu mu baktı, şu mu baktı, hahah bak bu ne giymiş ''gibi konuşmalar.(dır. diye düşünüyorum) biraz ileriye baksalar çingeneler, giymişler şalvarları kimse umurlarında değil, herkes bakıyor onlara, onlar keyiflerini sürüyorlar. hafta sonu için gelmişler belli. adamlar çalışıyor ama dinlenmesini de bir şekilde biliyorlar. yaklaşık 1 yaşında bebeği, babası mı abisi mi bilemeyeceğim kolu dövmeli bir adam, denize çırılçıplak soktu, onunla oynadı, diğer yandan bir çocuk sabah güneşte yanmış, annesinin elinde bir kaşık yoğurt yüzüne sürüyor, bir diğer çocuk da deniz  yatağını  almış  suda üzerine binmeye çalışıyor.  üç dört sofra kurulmuş, bir kaç bir şeyler yemeye başlamışlardı. gelen geçen onlara bakıyor, ama onlar hiç istifini bozmadan hayatlarına devam ediyorlardı. kim bilir şu saatlerde müzik eşliğinde dans ediyor bile olabilirler. Hakların da hiç bir fikrim yok ama gözlemlediklerim bunlar, açıkçası hayran kaldım.ne güzel kimseyi takmamaları. Tabi onlar da öyle yaşamaya alışmışlar. şimdi kimin hayatı keyifli?

19 Temmuz 2013 Cuma

sorumluluk

yaramaz iki öğrenci okul zamanında oyun oynarken biri diğerini tırnaklamıştı. daha önceden de  vukuatları vardı. benim öğrencimin annesi şikayet etmiş. benim de ifademi aldılar. dün bizim müdür aramıştı, ben de tutanaklarımız var demiştim ,o zaman onları al dedi. sabahtan gittim okula (tabi niyoyla, oda yazık benle gelmek zorunda kaldı kızdan dolayı) çıldırttı beni müdür. yok şu raporu da al şunu da al. zaten zaman kısıtlı. ama bende hata cinlik yapamadım ben burada değildim desem bitti. neyse müdür iyi git dedi. çünkü asıl raporu götürecek olan kendisi bana yıkmaya çalışıyor. yani kendi sorumluluğu. hatırlarsanız bir daha çağırmıştı beni kıdem konusunda ben o gün milli eğitime gittiğimde bu senin işin değil dedi bunu müdür yapacaktı dedi, bak şimdi yine sorumluluğunu bana attı. neyse biz okuldan ifade vermeye başka bir okula geçtik. tabi yolda niyo da kızdı, sen niye bunları üzerine alıyorsun azıcık uyanıklık yap diye. ya şimdi ne uyanıklığı adam bana sordu burada mısın diye ben yalan söyleyemedim. sonra böyle bir durum var ifadeniz gerekiyor dedi ben gelemem mi diyecektim. sonuçta bu benim sorumluluğum. şimdi niyo nun gözünden bakıyorum. müdür benle konuşurken yanımdaydı, gördü bana atmaya çalıştığını o, ona dayanamadı. ona göre bu ezilmek. biliyorum ki benim yerimde o da olsa yapardı. çünkü onun işi en önde gelir. iş konusunda sorumluluk sahibi ama başka konularda fifti fifti diyebiliriz. sonuçta ben ifademi verdim .sorun yok diye aradım müdürü tamam tamam sağ ol, ben raporları götürürüm ,saolasın dedi hopbalaa dedim içimden bu ne perhiz bu ne lahana turşusu . bana tutturdu rapor da rapor şimdi sanki o dememiş gibi ben götürürüm diyor. neyse ki ben üzerime düşeni yaptım. kıssadan hisse sorumluluklarımızı yerine getirdiğimiz zaman işlerimiz aksamaz. herkes kendine düşeni yapmalı. kendine ,ailene ,dostuna vs. hepimizin sorumlulukları var. belki ağır bir yük gibi gelebilir bazen ama gelmemeli çünkü bunun sonucunu az çok kestirebiliyorsun onun için sonucunu da katlanmalısın. yeri gelince istemediğin şeyleri yapmak zorunda kalacaksın, ama bu senin sorumluluğun.

18 Temmuz 2013 Perşembe

umudunu kaybetme

başlık bir filmden çalıntı.(will smith)çok güzel bir filmdi. Ben yine hüngür hüngür. Yapacak bir şey yok ben böyleyim. Konuya dönüyorum öhü öhü(hani ciddileşmek için böyle yaparlar ya haha:))neyse dönüyorum. fark ettiniz sanırım toparlayamayınca geyiğe vurdum. ''UMUT'' insan için özel bir kelime olmalı. Benim için öyle en azından. Ben umutsuz yaşayamam. Belki yanlış belki boşa bilemiyorum fakat sonuç umutsuz yaşanmaz. ben beş sene boyunca Manavgat'a gidip geldim. çok zordu benim için sabah erken kalk 2 saat otobüste tıkır tıkır ,bir de muavinin gereksiz sohbet çalışmaları, benim sürekli uyumaya çalışmam. Çoğu kez yanımdakinin omzuna yatmaya beş kala uyanırdım ,yazık yanımdaki de beni uyandırmamak için kasılıp oturur sonuç utanma tabi:)O yüzden çok yorulurdum.ve hep buraya gelmek isterdim. ben her tayin döneminde umutlanırdım, bu sefer olacak diye hep olmadı:) ben yine de umudumu kaybetmedim. sonrada izine ayrıldım. amaann çıkmayacak dedim umudum kalmamıştı artık derken çattt norm kadro fazlası oldum ve hiç tayin olayı yokken bir fırsat doğdu. ben artık 10 dk. yol yapıyorum. yani uyumayı bırakın, gözümü kapamadan eve geliyorum. genelde ben umutlanırım ,sonra vazgeçerim istediğim olur. yine de vazgeçmemek lazım. zaten bende yürekten vazgeçmiyorum soranlara (yalandan)olmaz diyorum, oluyor. her zaman da olmuyor. ''umut yolun ışığı.'' ışığını kaybetmek istemezsen umudunu da kaybetmeyeceksin. şimdi umudum kaliteli, huzurlu, mutlu, sağlıklı yaşamak. aslında içimde babam için bir umudum var. yani dilek gibide olabilir. bir sıkıntısı var. onun bir an önce kurtulmasını umut ediyorum. o da olacak biliyorum çünkü BENİM HALA UMUDUM VAR!
 

günaydın ve işte sabah klibiniz..

çok sevdiğim bir filmin klibini paylaşmak istiyorum. "real stell" senaryosu sağlam ve bir sürü orjinal fikir var filmde. çok da sevimli :)

iki yüzlü insan

insan...

aslında yazıyı burada bitirmek isterdim. ister "insan" yazdıktan sonra sonuna (...) koyun, ister (!) isterseniz (?) ya da burda bitirebilirim. siz okuyanlar niye üç nokta, niye ünlem veya niye soru işareti olduğunu yorumlarsınız. ben artık soru işareti ve ünlemlerle uğraşmak istemiyorum. aslında tek nokta koyup kafasına bir kurşun sıkmak da isteyebilirim. kendim dahil hepinize/mize küfürler yağdırmak istiyorum ama bu eski bloglarım gibi ağzıma geleni esirgemediğim bir blog değil. bu kadar dil bilgisi kokan bir giriş ve biraz göz dağından sonra konuya girebilirim çünkü ısındım :)
insan.. :) güçsüzdür, yetersizdir. okuldan bir arkadaş söylemişti arapça "insan" demek "eksik" demekmiş. bu araplar bu kadar bilgeydi de biz mi kaçırdık amk.. ama haklılar eksiğiz yani eksiktik. konuyu unutmayın aklıma başka bişey geldi çünkü dönecez buraya yine. ingilizcedeki "insane" yani deli, çılgın kelimesini çağrıştırması manidar. düşünürüm bu ingilizlerin başka milletleri aşağılamak için kelimeler uydurduğunu. "mosquito" sivrisinek iken  "mosque" nun cami olması da manidar. ezan sesine mi gönderme yapıyorlar sivrisinek vızıltısı gibi diye. yok ben art niyetliyim belki de ondan öyle düşünüyorum. peki "monk" keşiş iken "monkey" maymun olması. yok ben alınganım ondan. "turkey" hindi "turkey" lan biz hindi miyiz şimdi. adam turkei yazılabilirdi. eksik diyorduk oraya dönelim. insan suda çok zayıftır hımbıl deniz kaplumbağası bile çok daha iyi yüzer. çoğu karada yaşayan hayvan insandan daha fazla suyun altında nefesini tutar. suda teçhizatsız ve gereçsiz bir iki günde balıklara yem oluruz. kara farklı mı? koku alamazsın, ince sesleri duyamazsın ve sıradan bir devekuşu insanların 100 metre dünya rekortmenini hırs yaptığı için değil sadece ürktüğü için geçebilir. hey usein bold, nasıl gidiyor babacım? insan baktı uçamıyor, kaçamıyor, yüzemiyor kompleks yaptı ve eteğindekini masaya döktü. kocaman bir beyni ve harika elleri var. hayali var ve hırsı var. tek silahını yani beynini geliştirdi ve geliştikçe hayalleri de büyüdü. tabii hırsları da. kapsama alanını mızrakla, yetmedi okla geliştirdi ve modern savaş anlayışının temellerini attı. baktı elinden ne uçan ne de kaçan kurtulabiliyor sonunda gözünü en güçlü rakibine çevirdi. diğer insana. yağmaladı acımasızca. yağmalamak için savaş taktikleri geliştirdi ve uygarlığın temellerini attı. uygar insan! işte yazımın başlığına şimdi geliyoruz. uygarlaştıkça iki yüzlü oldu. gerçeğe değil inanması istenene inandı. şiddete karşı oldu uygar insan, topluma sığındı ama toplumun bu güvenliği şiddetle sağladığı gerçeğine gözlerini kapattı. şiddete karşıdır uygar insan ama polisleri onun yerine şiddeti uygular. öldürmeye karşıdır ama kendisinin yerine öldürecek başka insanlar vardır. yaşam kutsaldır onun için ama enfes kokan bir bifteği yerken bu konuların açılmasını hiç istemez. hayvanlara eziyete karşıdır hatta suya düşen bir karıncayı kurtarır, ülkeler seferber olur buzların arasına sıkışan anne ve yavru balinayı kurtarırlar ama kırlarda annesiyle otlarken enselenip götürülen bir süt kuzuyu kasabın elinden kimse kurtaramaz. tavuk çiftliklerindeki insanın kanını donduran şartları anlatmıyorum çünkü oltanın ucunda nefessiz betonun üstünde çırpınan balık da aynı eziyeti çekiyor. ama insan bir şekilde yaşamak zorundadır ve bu gerçeklerden kaçar. bu da insanı şizofren yapar. gerçekten kaçış :) "lütfen barışçıl olun, şiddet hiç bir şeyi çözmez" diye bize empoze edilir. filmlerde iyiler kazanır bir şekilde hacı yatmaz gibi. iyi kahraman ilk darbeyi hep kötünün vurmasını bekler. kötü yere düşünce de vurmaz arkasını döner ve kötüye bir şans daha verir. filmlerde "affetmek" teması ön plandadır. asıl amaç kontrol edilebilir topluluklar yaratmak için. tüketim toplumundan tutun, dinin siyasallaşması, vatanseverlik hatta fanatik futbol takımı tutmak bile kestirilebilir, kontrol edilebilir topluluklar yaratmak. özünde biz vahşiyiz ya uyanmamızı istemiyorlar. çünkü sistem devam etmeli. insanlar koyun olmalı. rakip diğer insan olmalı ama şiddetle değil. ondan daha iyi arabaya, eve sahip olarak yenmeli onu. çektiği 10 yıllık kredi için özgürlüğünden vaz geçmeli. yine de saygı duyuyorum bu sistemi kurup yürütenlere. çok acımasızlar. ikinci dünya savaşında 25 küsur milyon asker, 46 küsur milyon sivil toplamda 72 milyon insan ölmüş. milyon diyorum. hani hayatlar? evlatlar? babalar? anneler? aşklar? gelecek hayalleri? küsur dediklerim de yüz binler. neyse iki yüzlülüğe dönelim. şiddete karşıyız, yaşam kutsaldır okey. ne yapabiliriz peki? hamburgerimizi yerken, köftesi ile lezzetlendiren o ineği hatırlayalım. bizim için hayatını verdiği için şükran duyalım. zor şartlarda eziyet içinde yumurtlayan tavuk için dua edelim ve ruhuna gülümseyelim içten gülümsememizle ve teşekkür edelim o canlara. o zaman belki hangi yüce amaç için dünyaya geldiğimizi de anlayabiliriz. adımlarımızı dikkatli atarız arkamızda bıraktığımız hayatların farkında olarak. iyi geceler.

ramazan geldi,hoş geldi

ahhh o eski ramazanlar! herkesin dilinde bu cümle. çünkü hakkikaten yok eski ramazanlar .ben ramazan mı değil mi pek farkında değilim .ben ramazanı o kadar güzel geçirdim ki geçmişte, kızım için üzülüyorum böyle şeyler yaşayamayacak. çünkü ramazanın tadı küçük yerde belli oluyor. küçük yerde yaşamanın avantajlı ve dezavantajlı yönleri var tabi. ama gelenek ve görenekli yetişmek çok güzel. şimdi her şey yüzeysel ve sahte. şimdi size ooo eski ramazandan anlatacağım. ben kendimi bildim bileli ramazanın ilk günü babaannemlerde geçirirdik(annem pek istemese de)birde dedem ölene kadar. şimdi babaannem bizde geçiriyor. öğleden sonra giderdik.biz o zamana kadar bir şey yemez sonra dedeme satardık orucu:)sonrada yerdik:) ezan vakti gelince yumurtaları alır yine dedemle fırına giderdik. orda sıra beklerdik. dedem eskiden bizim oranın belediye başkanıymış. zaten görseniz Atatürk gibi adamdı. fötr şapka(o şapka şuan bende) her daim takım elbise ve alta beyaz çorap( yookkk öyle kıro değil.)temizliğin simgesi:)zaten dedemi ben hiç siyah takımla görmedim daha açık renkler giyerdi. herkes saygı duyardı, sıralarını vermek isterdi ama biz beklerdik.fırıncı''oo hakkı amca hoş geldin'' der bende şöyle bakardım. sonra sıcacık pideleri gazete arasına alır eve dönerdik. babaannemlerin evi çarşının ortasındaydı. her yeri görürdü. ezan vakti ben cama çıkar, caminin ışıklarının yanmasını beklerdim. o an herkes telaşlı telaşlı eve giderdi tam okunacakken çarşıda kimseyi bulamazdın.ve vakit geldi kaşık sesleri ve yemekler . dedemle babam arasında her zaman bir mesafe vardı . babam çok konuşmazdı dedemle. yemek biter, bu sefer camiye giderler. bizde eve tabi. yaa böyle geçerdi ramazanımız. şimdi yok kimse kalmadı:)iyi ki yaşamışım

günaydın Im alive diyenler :)

uyandıysanız siz de yaşıyorsunuz. bu kadının nerdeyse bütün şarkılarını severim. en çok da bunu. şımarması çok tatlı :)

dont move


geceye yakışan bir klip. bunu bana biri göndermişti. kendisi için hissettikleri aynen böyleymiş :/ senin yazamadıkların gibi benim de yazamadıklarım var. satır aralarını okuyabilirsen -ki bunu yapabiliyorsun- hikayeyi anlarsın.
"peki benim için neyin var?" demiştim.
*senin için de bu* dedi.
ne güzel.. şarkılar benim yerime herşeyi anlatıyor :) düşünmek istiyorum. yalnız kalmak istiyorum. meşgul olmak istiyorum. düşünmek istemiyorum. dalıp gidiyorum. deliliğe vuruyorum. hak veriyorum ama suçluyorum. en sonunda ne hissedeceğimi şaşırdım.. hissizleştim. uyuştum. empati mi? onu bir kutuya koydum ellerimle bastırıyorum çıkmasın diye. kımıldamıyorum. ne ileri ne geri. burası iyi. etrafım mayın tarlası. acı çekmemek için kımıldamıyorum. acıdan ne zaman korkar oldum.
yukarda yazılanlar bir romandan alıntı. sonunu okumadım henüz.

16 Temmuz 2013 Salı

ağlamak zayıflık mı?

kendini ağlamamak için tutmak nasıl bir şey acaba. yani için ağlarken dışarıdaki insanlara demir gibi sağlam durmak, kimseye belli etmemek. ben bunu hiç başaramadım. bu yüzden böyle insanlara hayranım. ben her olaya mız mızlanıp hemen ağlarım. göz yaşlarım hemen hazır. herhalde çok gözyaşım var.''hadiii şimdi akıyoruzzz''demeden duramıyorlar. en kötüsü de ağlamamak için kendimi tutmam. böyle boğazınız öyle bir yanar ki hatta oradan bir et koparıyorlar sanırsınız .o kadar acır. genelde o durum eşimin ve babamın yanında olur. sağlam durmak isterim ama sonuç aynı. sezen aksu doğru demiş ''gözyaşları sebepsiz akmamalı'' gerçi benim hep bir sebebim oluyor. yoksa da uydururum. bu konu benim en büyük yaram. aslında gülmek ne kadar doğal, ağlamak neden zayıflık bilmem. sonuçta ikisi de duyguyla ilgili. ağlayınca insanlar bir bakıyor, gülünce kimsenin baktığı yok .gerçi gülme sesinin yüksekliğine bağlı. ağlamak yoook ,gülmek var. desem de olmuyor. eğer birde kalabalık ortamda ağladıysan bir kaç kere ve ağzından da duygusal olduğunu kaçırdıysan vay haline. en ufak bir noktada çaaattt ağlayacak şimdi derler. bunu hiç anlamam ya arkadaş göz benim gözyaşı benim bırak istediğim yerde istediğimi yapayım niye bunu zayıflık olarak görüyorsun.
okula başladığım haftalarla bir öğretmen arkadaşla tartışmam oldu ki hiç tartışamam. o da olmadık konudan ama beni yok saymasına kızmıştım. laf uzadı bana siz komplekse girmişsiniz dedi anaaa o an ağlayacam ama beni öyle görmesin diye tamam ben daha fazla konuşmak istemediğimi söyledim. sırf ağladığımı görmesin diye söyledim. o da yanlış anladmış'' benle muhatap olmak istemiyorum ''dedin dedi. sonra barıştığımızda( belli bir süre konuşmadık). işte ağlayamamak yada göstermemek insanlara yanlış aksettire biliyor. Bazen de çok gülünce sonu ağlayarak bitiyor. valla çok ilginç çok gülüyorum bu sefer gözyaşları, gülerken akıyor vee hüüü diye bir neden bulup ağlıyorum YOK ARTIK! diyeceksiniz ama durum bu kadar vahim:) bu problemi kızım büyüyene kadar halletmem lazım. ona iyi bir model olmak için. yoksa dünya ikinci bir Sinem'e dayanamaz:)üniversite yıllığımda bir arkadaşım benim hakkımda ''tam bir dert ortağıdır, derdini anlat başlar ağlamaya, onu susturacağım derken, derdini unutursun'' diye yazmış.( başka açıdan ben.) ama şimdi o kadar değilim daha güçlendim. bakın ben  hala ağlamanın zayıflık olduğunu söylüyorum. madem şikâyetçiyim neden savunmuyorum. sadece deniyorum belki ben gibi düşünen biri çıkar. ağlayamamakta kötü aslında, çünkü ağlayamayınca sinirli oluyorsunuz. yoksa bu benim için bahane mi? ayy çok kasvetli bir konu oldu. bu konun üzerine gitmezsem bu böyle gider bu yüzden bu zaafımla dalga geçmem ve aşmam lazım.bu yüzden bu konuda daha çok yazı yazarım EYVAHHH(dediniz demii şaka şaka yazmıyacağım)

15 Temmuz 2013 Pazartesi

sultan

Ben küçük bir ilçede büyüdüm. bütün sülale ile birlikte. anneanne, babaanne, dedelerim, teyzem, annemin teyzeleri , babamınkiler vs. hatta ben annemin anneannesini bile gördüm. onu ziyarete gittiğimizde hep bakkalda satılan mısır cipsleri vardı şu ağızda eriyenlerden, onu çok severdi , hep onu alırdık. Sadece halamlar ve dayımlar dışardalardı. zaten amcam olmadı. Halamlar Ankara' dan geldiklerinde hep bizde kalırlardı . bu yüzden biz planlarımızı iptal ederdik. niye? çünkü onlar misafir, ayıp olur. nedense biz Ankara'ya gittiğimizde kimse planını bozmaz herkes arkadaşlarıyla buluşurdu bizde evde ya da bahçeli 7.caddeye gider kavrulmuş çekirdek yerdik. şimdi hepsi geçmişte kaldı, akrabalar arasına çeşitli nedenlerden dolayı soğukluk girdi. neyse düşündükçe üzülüyorum halimize. memleket e gittiğimde ,buraya gelmek üzere yola çıkmıştık. babamın dükkanına uğradık.ve orda annemin teyzesini gördüm çookk uzun zamandır görmüyordum . o kadar duygulandım ki anneannemi görmüş gibi oldum ki hiç de benzemezler. bu teyze'nin hikayesini anlatacağım size. anneannemler köyde oturuyorlarmış sulan teyze en küçükleri. babası  hocaymış. sultan teyze 10 yaşlarındayken söylenene göre çarpılmış(3 harfliler tarafından)yani onlar öyle derdi. felç olmuş yani. babası da okuya okuya açmış derler. sol tarafı tutmuyor ama yürüyebiliyor. eli geriye doğru kıvrık, birde bacağı aksıyor. dağlarda çoban olan biriyle evlendiriyorlar, bir kızı oluyor. sonra ikinci çocuğuna hamile iken kocası zatürreden ölüyor. tabi soğuk ,yokluk da  var. oğlu oluyor ona da kocasının adını koyuyor. gel zaman git zaman çocuklar büyüyor. ninem(annemin anneannesi)onların yanında kalıyor . geçinmek zor. yardımlarla filan okutmuş çocuklarını sonra oğlu berber oldu. biz gittiğimizde sultan teyzemin gözleri hep yaşlı gibi olurdu. çolak eliyle biz sıkılmayalım diye örgü çoraptan araba yapardı kardeşimle bizi oynatırdı. vee biz büyüdük artık 2 -3 senede bir görüyorduk. birkaç sene önce oğlunu motor kazasında kaybetti. gencecik. onunda iki çocuğu vardı. o zaman sultan teyzem keşke senin adını başka koysaydım deyip ağlamış. beni çok etkilemişti .  görünce onun hikayesi gelmişti aklıma. paylaşmak istedim. giderken sarıldı, göreyim kızını dedi gördü de. sonra bana ''hakkını helal et'' dedi. yaşlı kadın benim ona ne hakkım olabilir? asıl onun bana hakkı geçmiştir. ama onun için bu önemli. ya bir daha beni görmezse. (babaannem hala yaşıyor.84 yaşında görseniz zıpkın gibi. onun aklına hiç gelmez hakkını helal et demek.)

tarih

başlık tarih ama tarihten bahsetmeyeceğim. tatilde hem eğlendik hem de tarihi ve doğal yerleri gezdik. Fethiye de kaya köy diye bir yere gittik. tam geçmişini bilmiyorum sadece oradaki esnaf  kadından öğrendiklerimi yazıyorum.1920lerde köy boşaltılmış. hepsi taş ev ve harika bir doğası var. yeşilliklerin içinde. birde klişe vardı fakat tadilat olduğu için içeriye giremedik. arkadaşlarımızla gezerken büyülendik. her evde bir yaşanmışlıklar vardı. hepsi bir  katlı küçük evler.sonra düşündük kim bilir ne aşklar yaşanmıştır. kavuşanlar, kavuşamayanlar. gizli gizli buluşmalar filan diye.ve şu sonuca vardık ki her yerde aşk var. geçmişten günümüze insanoğlunun olduğu her yerde.
daha sonraki günlerde Antalya  müzesine gittik. harika bir yer benim ikinci gidişim.o heykeller ve lahitler çok büyüleyici.ne kadar şanslılar. kaçıncı yüzyılda yaşamışlar ve günümüz insanları onları tanıyor. sanırım gösterişi çok seviyorlarmış. öldüklerinde bile tabutları gösteriliymiş. üzerinde küçük küçük heykeller.
Side, Aspendos, perge, phasilis, olimpos vs. hepsi ayrı ayrı güzelliklere ve hikayelere sahip. şehirle tarihin bir arada olduğu muhteşem bir şehir fakat kıymetini bilmiyoruz. acaba biz yüzyıllar sonra ne bırakacağız. mesela beni kimse bilmeyecek.ne bir heykelim var ne de kitabım yada başka bir eserim. belki de b blog da yazdıklarım kalırmış. yüzyıllar sonra biri bulurmuş acaba ne hisseder?

koku

herkesin kendine has kokusu var. tabi buna uygunda parfümü.eğer bir parfüm size uygun değilse zaten çok kötü kokuyor .parfümle tenin uyuşması lazım. o koku sizi öyle bir etkilemeli ki bütün gününüz enerji dolu geçsin. defne doğduktan sonra tam 8 ay  parfüm kullandım.8 ay boyunca ne bir parfüm ne de kolonya:)hiç birini kullanmadım. benim kokumu karıştırmasın diye. zaten kullansaydım da illaki benim kokumdan tanıyacaktı ama kullanmadım.  benim şimdiye kadar üzerine tanımadığım koku Defne'yi ilk yanıma yaklaştırdıklarındaki kokuydu.(yok böyle bir şey)ben epidural  sezeryan oldum. yani belden aşağım uyuştu. çok garip bir his milyonlarca karıncanın vücudunuzda dolaşması gibi bir şey. doğumu izledim. dünyaya gelir gelmez hemen yanıma getirdiler. böyle yumuşak bir ten ve koku yok. biliyor musunuz odaya getirdiklerinde öyle kokmuyordu. garip ama herhalde o anki heyecan ve eşsiz mutluluk kokusuydu o.
  2009 yılıydı galiba arkadaşlarda ''koku'' diye bir filim izlemiştik. adam birlikte olduğu kadınları öldürüp, onları bişeyle silerek kokularını çıkarıyordu.ve toplamından bir parfüm elde etti. hatırladığım kadarıyla böyleydi. izlemediyseniz izleyin. güzeldi. aslında beynimde yazacak o kadar konu vardı ki sizin yazıyı görünce bunları yazdım. yolda konular ve ardından cümleler arka arkaya gelmişti. bu yazı yazmak işi çok büyüleyiciymiş. konuyu bulduktan sonra bütün kelimeler beni de yaz diye bağırıyor:)
not: güzel olduğumu yazmışsınız çok teşekkür ederim. onu okuduğum anda aklıma ''hayat sevince güzel' adlı türk sineması vardı, izlediniz mi bilmiyorum.neyse orda bir sahne vardı. köylü kızını teyzesi ve yardımcıları mağazaya götürür ,süsler güzelleşir. mağazadan çıkarken yardımcıları 'çok güzel oldun' der. Ayşecik de ''sus farkındayım'' der. O sahne aklıma geldi. çok güldüm.(kendini beğenmişler gibi oldu napayım sonuçta güzelim  hahahaha:)))

13 Temmuz 2013 Cumartesi

parfüm :) bir daha deneyelim


çok severek kullandığım bir parfümüm vardı. 12-13 yıl önce ilk koklayışta aşık olmuştum. ferah, turunçgiller, yaz, ege, sabun, temiz çarşaf gibi çağrışımların yanında mütevazi bir sakinlik, olgunluk hissettiriyordu. tamam senden saklamayacağım. o parfümü kullanınca kendimi godfather filmindeki marlon brando gibi hissediyordum. ağırlık olarak yani. klasik, gelenekçi bir yapısı vardı. sakin ama çok güçlü bir koku. kolonya (yani godfather kolonya kullanmalı değil mi) olduğu için unisex tarafı var ama parfüm yazarı luca turin e göre "eğlenceli bir erkeksi parfüm" ve 5 yıldız vermiş bu kokuya. pahalıydı ama değerdi. geçmiş zaman kipi kullanıyorum çünkü üretilmiyor artık. mağazalarda bulamayınca bir boşluğa düştüğümü anlamışsındır. ha bu arada adı "thierry mugler cologne" aynı hissi asla bulamadım ama benzer etkiler yaratan bir iki denemem oldu. gülüyorum ve aklıma leman sam ın "dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe sırf sana benziyor diye usulca sokulup merhaba dedim" şarkısı geldi. ama 30 liralık ve beni anlatan, özdeşleşen bir kokunun olmasını çok isterdim. yok o kadar ucuz değilim :) ama 240 lira olması gibi bir kriterim de yok :( burdan parfüm üretenlere sesleniyorum "laaaaan!!! satılmıyor diye parfümü üretimden kaldırmayın. geçmişe ait bir algımızı kesmeyin" o koku sayesinde geçmişe bir köprü kuruyoruz. o koku ile bir kızın içi cızz ediyor. yani parfüm önemli benim için. devamlılığı da önemli. şimdi bunu kullanıyorum ve yıllarca üretilmesini umuyorum. eşim çok sık parfüm değiştiriyor ve aynı süreçte 4-5 parfümü kullanıyor. gezmeye giderken, yemeğe giderken, günlük kullanım, spor gibi çeşitlere ayırmış. bu yüzden onunla koku üzerinden güçlü algı bağlarım oluşmadı. ama nedense tütün kolonyasını devamlılığı olacak şekilde kullanan fatma ninemi her tütün kolonyası kokladığımda hatırlarım :) mesela harika bir parfümün olur ve her güzel anda o anı vurgulamak için kullandığın parfümü tazeleyebilirsin. yani sinemcim deştirmeden kullandığın bir parfüm defnenin hafızasına "anne kokusu" olarak kazınacak :) görüşmek üzere..

selam :)

yaşamaya devam etmek için içindeki bişeylere tutunman gerekir bazen. ben çok uzun süre içimdeki nefrete tutunarak yaşadım. nefretimi belki de şeytanımı çok iyi tanıyorum. senin "içimdeki şeytan" başlığını görünce kendimden şüphelendim ben mi yazdım acaba diye. ayrıca <baba-nız> yazman çok hoşuma gitti :))) deli bu kız yaaa dedim. ve hayııııır babandan bahsetmen beni hiç üzmedi. olması gereken gibi bir babaya sahipsin demek ki. benimki askerlik ile babalığı karıştırdı tahminen ya da öyle işine geldi. tamam hayatta çok faydasını gördüm özellikle zor zamanlarda ama medeni bir dünyada yaşıyoruz. insanların elinde silahla dolaştığı gerilla savaşının olduğu, yokluğun olduğu, şiddetin ve vahşetin geçerli olduğu bir dünya için yetiştirildim sanki. önceleri hayatı bilmezken normal gelirdi bana. babasından herkes korkar sanırdım. ama insanları, ilişkileri inceledikçe böyle olmadığını anladım. arızalı olan baba-m :) mış :) :) (delisin yaaa) düşünsene ailedeki (çekirdek) herkes bi yolunu bulup kurtulmayı hayal ediyordu ondan ve annem biz büyüyene kadar katlandı ona. çünkü annem bizim için hapishanenin avlusu ve gökyüzüydü. defnenin derin nefesi gibi rahatlatan bir nefesti. neyse artık çok geride kaldı benim için bunlar. ailece bir araya gelince eski günleri anlatıp çok gülüyoruz. çünkü geçmişteki o süreçten herkes güçlenerek çıktı. babannem trafik kazasında ölmüş. sonra dedem öldü. ikisinin de cenazesine katılmadık. baba-mı 17 yaşımdan beri görmüyorum. şu sıralara başı beladaymış ama daha çekeceği  çoook şey var :)
 senin tarafa bakarsak biraz; tahmin edebiliyorum o soğuk savaşları. küçük hesaplar değil mi orada iki gün fazla kaldınız diye sevinmek. bazen şüpheye düşersin acaba ben mi kuruyorum kafamda bunları diye ama doğru. pişirilen yemeklerden bile zaferin kutlandığını anlayabilirsin :) umarım bu soğuk çatışmalarda en güçlü dayanağın eşin olur. herşey onda bitiyor. güzel güzel, anlayışlı ve bir büyük olarak olgun davranmayıp içindeki şeytanla diyalog yaptıranlar utansın sinemcim. sen aslında onlarla her şekilde baş edecek kadar güçlüsün ama hem terbiyeli hem de ruhen güzel bir kız olduğun için kazanmalarına izin veriyorsun. inan içindeki nefrete tutunmak, şeytana uymak en kolayı. zor olan o sesleri duymazdan gelmek. böyle yaparsan gerçek kazanan sen olursun. tamam hem terbiyeli hem ruhen güzel deyince aklına <güzel değil miyim acaba> gibi bişey gelmesin diye ekleyelim; güzelsin de :)) hem de ruh güzelliğinle kafa kafaya yarışacak kadar güzelsin, iyi niyetlisin. bazı insanların ruh güzelliği yüzüne nur olarak yansır. bazılarının da yüzü melek gibi olur :)  (bkz: ayna)

12 Temmuz 2013 Cuma

icimdeki seytan

Bazen utaniyorum kendimden.cunku bu yasli insanlar hakkinda kotu dusunuyorum.bunun sebebide kendileri aslinda.kimden bahsettigimi anladiniz sanirim.bugunde onlardayiz ve ikigun onlarda kaldik diye sanki maci kazanmis gibi sseviniyorlar.gicik oluyorum.iste bu i zaman icime bir seytan giriyor ve hep kotuluk dusunuyorum bu yuzden utaniyorum.bana hic yakismiyor biliyorum.ama oluyor iste ayni sizin koku yazinizdaki son cumlelerin size yakismadigi gibi.bu bir elestiri tabi.sizde icinizdeki seytani kovun:) sormaya korkuyorum baba-niza ne oldugunu merak ediyorum aslinda.ama anlatmak istemezseniz anlatmayin.bende babamdan cok bahsettim size.insallah uzmedim sizi babamdan bahsederken.neyse ben icimdeki seytana git git diyorum ama hala sinirleniyorum.suan karsimdalar bilin bakalim icimden neler soyluyorum neler:)(git seytan git)

koku

koku nötr bir kelime ve hayata bakışınıza göre yani bardağın dolu ya da boş kısmını görme alışkanlığınıza göre aklınıza çöp kokusu veya parfüm kokusu gelir. biz bu gün güzel kokulardan bahsedeceğiz. bi an düşününce insanın algısına göre güzel koku baya çeşitli bir skala sunmakta aslında. benim aklıma parfüm kokusu geldi mesela. acıkmış bir insanın aklına fırından yeni çıkmış pizza kokusu, sigarayı özlemiş oruçlu birinin aklına da sigara kokusu gelebilir. bir anne için bebeğinin kokusu en güzel kokular arasında zirvedeyken, aşık biri için sevgili kokusuna asla doyulamaz.
koku hafızamız var ve atmosferden uçup burnunuza davetsizce gelen bir koku sizi bir anda 10 yıl öncesine götürebilir. sisli puslu zar zor hatırladığım çocukluğumun bir kesitine götürür beni. insanlar benden çok uzun ve büyük. okula başlamak için çok erken. 4 yaş olabilir. beni dört yaşına götüren koku ne biliyor musunuz :) bir yaz akşamı deniz kenarındaki askeri gazinonun bahçesindeki masada içtiğim ilk coca cola. dilimin, ağzımın kolayla buluştuğu o ilk an nasıl kazındıysa hafızama şişeden soğuk olarak içtiğim kolanın ilk yudumunda o anı yaşıyorum. yuhhhh! mesela hastayken içtiğim ilk limonlu çay :\ hayatımın en sağlıklı olduğum dönemlerinde bile limonlu çayı ağzıma sürünce hastalık sürecine giriveririm. ıyyyk :\
aslında sadece parfümlerden bahsedecektim ama çok geniş bir mevzuymuş. uzun yaz tatillerinde dedemin babannemin yanına çalışmaya giderdik memlekete. daha doğrusu baba-mın memleketine. bağ bahçe tarla hayvancılık falan. annemi çok özlerdim. annem de aynı memleketliydi. nadiren anneannemlere giderdik. gittiğimde teyzeme sarıldım ve annem gibi kokardı :) baba-mın memleketi dememin sebebi, kendi memleketim diyebileceğim kadar uzun kalmadım orada. bu arada "memleket" kelimesini senden esinlendim sinemcim :) (bkz:heralde anladınız memleketteyim) hiç bir yerde gelecekten bağ kurabilecek kadar uzun kalmadık. 3 veya 2 yıl.. 4 yıl kaldığımız zamanlarda da okul değiştirince yine aynı kopukluğu yaşadım. insanın "memleketim" derken burnunun direğinin sızlayacağı bir yer olmaması gerçekten kötü. hissiz oluyorsun bas bayağı. askerliğin ilk günlerinde insanlar gece sessiz sessiz ağlarken tepkin, empati yapıp teselli etmek yerine "kes lan zırlamayı" oluyor. kızma bana lütfen. zamanla bir makineden insana dönüştüm. ya da öyle sanıyorum. hepsi baba-mın eseri. onu en güzel anlatan iki kelime ne biliyor musun? "orospu çocuğu"...  ve annemin kaynanası olarak babannem de yukardaki ünvanın yarısını sonuna kadar hakediyor. bu gün parfümlerden falan bahsedemiycem. kitabımı alıp yüzmeye gidiyorum.

sabah klibi :)

bu gün melankolik seçmemeye dikkat ettim.

11 Temmuz 2013 Perşembe

gülümse hadi gülümse bulutlar gitsin :)

son cümleni okuyunca "OOOOO YEEEE :) işte bu" dedim. biliyor musun sende hayat var :) zaten var ya bir rahatsızlığı tespit etmişsen eğer, mutlaka onu halledeceksindir. önemli olan farkında olmak ve tespit etmek. o konuda hiç bişey yapmasan bile -biraz zaman alsa da- yolun açılacaktır. hem zaten demişsin ki <daha fazla annemlerde kalsak. sanırım zamanla bu da olacak> evet olacak. böyle içten ve iyi bir dileğin önünde herşey herkes kenara çekilir yol verir.
diğer konu "hayır" sözünü duymamak için taleplerini minimuma indirmek, yetinmek. böyle mi yapıyorsun sinemcim? boşver sen istediğin şeyi söyle "hayır" diyen utansın çünkü istediğin şey atla deve değil, annenle daha fazla zaman geçirmek. belki "hayır" derken içinden de "bidahaki sefer evet olur derim" diyordur ama sen bi dahaki sefer sesini çıkarmayınca kaynayıp gidiyordur. ama emin ol zamanla her şey rahatlayacak :) tabii ben rahatım mesela ve bana "hayır" diyene "yani evet diyorsun çok iyi bu" derim. "belki" ise cevap, kesin evettir benim için. tabi böyle olunca gerçek bir "evet" in altında kinaye ararım :) ah ben..

rahatlik

Evlilik hayati mi?bekar hayat mi? Aslinda seçim yapamam ikisininde yeri ayri.ikisindede rahat oldugum yada olamadigim zamanlar oluyor .altin kafesten ucmak zor tabi .şu da var allah evlendikten sonra tekrar altin kafese göndermesin o çok daha zor.alişkanliklarin var sonuçta.şuan annem ve babamla ayni sehirdeyim ama eşimin ailesindeyiz işte zor bu.aksam bir saatlik gördüm. yarin anneemlere gidecez ama ben suan orda olmak istiyorum tabi eşimde burda asıl ben buna bozuğum.daha fazla annemlerde kalsak.sanirim zamanla buda olacak.şunu farkettim ben esimden cok çekiniyorum neden bilmiyorum ama istediğimi rahatça söyleyemiyorum.bu her evlilikte olur mu?bu arada herhalde anladiniz memleketdeyim bana söylemistiniz sevmediklerin icin sevdiklerini cezalandirma diye işte bu cümle bana dank etti ve geldik:)

sabah klipleriniz hayırlı olsun

maron5 ın manken sevgilisini öptüğü sahneye bayıldım :)) ♥♥ elinden tutuyo falan sonra kız sanırım dünyanın en gülüşüyle gülüyor. hani karnında kelebeklerin uçuştuğu türden bi gülümseme. burnumun direği mi sızladı ne ::::\

10 Temmuz 2013 Çarşamba

ilişkiler: buyers remorse


satın almak istediğiniz bir eşya var ortada ve onu almak için uğraşıyorsunuz belki para biriktiriyorsunuz. sahip olduktan sonra aslında o kadar da beklentiye değmeyeceğini, aslında o kadar da ihtiyacınız olmadığını nedense anlayıveriyorsunuz. devamı pişmanlık. literatürdeki adı, buyers remorse yani "alıcı pişmanlığı."
benim de başıma gelmiştir. nedense elime aldığımda daha doğrusu para sayıp elime aldığımda birden o şeyin vitrinde durduğu gibi durmadığını fark ederim. bu bazen bir tişörttür ve 2 yıl askıda onu sevmemi bekler. etiketini bile sökmem. sonra zamanı gelir ve giyerim. alıcı pişmanlığı yaşadığınız şey bir isviçre çakısıysa ya da dağcı montuysa pek sorun olmaz ama bir insansa :( üzücü tabii. tamam kimse kimseyi almaz ama (başlık parası verip kız alanlar hariç) ilişkilerde bu kavram, elde etmek olarak geçer. böyle bir sıkıntı varsa kişiliğinizde umarım sadece eşyalarla sınırlı kalır.
evlilik yazında <karşındaki senin kadının seni temsil eden kişi. sen onu küçük düşürürsen asıl kendini küçük düşürürsün> yazmışsın. kadının ya da erkeğin. dediğin gibi seni temsil eder. "altını çamura atmak" hatırladın mı? ilişkilerde çok çok önemli bir kıstastır. sen başkasının yanında çoçuğuna, karına ya da kocana küçültücü davranış ve hakaretlerde bulunursan o başkası da kendinde bu hakkı bulur. senin tavrını destekleyerek bile yapar bunu. aslında senin "geri zekalı" dediğin çocuğuna o da gülerek ya da evet bu çok geri zekalı davranış diye destekleyerek sana hakaret eder. genelde ebeveynler bunu bilinçsizce yaparlar. çocuğunu şımartmamak için ya da ipin ucunu kaçırmamak için. mesela kız çocuklarına eskiden pek iyi davranmazlarmış. evlenince ufak tefek atışmalarda babasının evine dönmesin diye. ailesine sahip çıksın mı yoksa biraz da sineye çeksin diye mi?
peki baba evi bir kadının kendi ailesini kurması için kurtulması gereken altın bir kafes mi? yani evlilik hayatın mı bekarlık hayatın mı daha rahat? annenin gelenekçiliği hatırımda :)
itiraf: bu gün kafam dağınık azcık. konsantre olamadım. yazıda kopukluklar olabilir :\

evlilik

çookk derin bir konuya değinmişsiniz. Yazmasam olmaz. En sinir olduğum erkek tipi Madonna'nın kocası. Karısını görmezden gelip ortamda bozan insanlardan NEFRET EDİYORUM. Kendisini öyle bir duruma soksa ne yapar. bakın yine empati. benim hayatım empati olmuş durumda yapamıyorum olaylar karşısında yerine illa kendimi koyacağım ve üzüleceğim. bir film izlerken illa oyunculardan biri benimdir. yada bir klip, konser ...kendimi sıradan insanın yaşadıklarına empati yaptığım yetmiyormuş gibi. size komik bişey  diyeceğim.ben sinemadan çıkarken sanki filimi ben oynamışçasına yorulur ve insanlar beni tanıyomuş moduna girerim çok komik demi:)ve aptalca ama bu içimden geliyor. çok isterdim oyuncu olmayı ama yaşadığım çevrenin küçük olması benim pasifliğim başka bir mesleğe sürükledi. neyse konumuz evlilik. evlilik çok zor. deneyimlerimden yola çıkan sonuç kimse kimseyi değiştirmesin, onu olduğu gibi kabul edersen her şey çok güzel oluyor. Bir de konuşabilmek ne istediğini beklentini söyleyebilmek çok önemli ve saygı. işte bu yüzden nefret ediyorum böyle görmezden gelen eşleri. genelde bunu erkekler yapıyor hiç düşünmüyorlar karşındaki senin kadının seni temsil eden kişi sen onu küçük düşürürsen asıl kendin küçük düşürüyorsun. bunu anlasa karşındaki yapmaz herhalde ama işte zeka pek yok o insanlarda yada erkekliğin ispatı. işte kadınlar böyle düşünüyor. yada ben öyle düşünüyorum. aslında çok basit istedikleri. saygı ,yüceltme, aileye saygı ,eve bağlılık ,sohbet, karşılıklı kendini geliştirme için yardımcı olmak, gezmek, amannn dememek,ev işlerine yardımcı olmak,en azından dağınık olmamak vaayy hakkaten çok şey istiyoruz yada ben istiyorum.kendi evliliğimden beklentim bunlar sanırım.öyle hediye, çiçek, güzel sözler beklemem hani olsa da hayır demem:)zaten bana her an güzel söz söylemesin sıkılırım. zaten eşimin o huyunu seviyorum hiç beklemediğim anda bişey der heyyy adamım derim içimden:)ya da bir bakış işte o an kızgınlığım ve pişmanlığım geçer. bir olay olmuştu (onu sonra paylaşırım) .'pişman oldum evlendiğime' dedim ona çok üzüldü ama bende üzülmüştümde söylemiştim. bazen bende kırıcı olabiliyorum asıl pişmanlık değil de baba ocağı daha sakin bir yer olduğu için. orada böyle şeyler yaşamazsın. işte benim evlilik hakkındaki düşüncem. evlilik dikenli bir yol her batan diken, sana bir şey öğretir ;sende sonucunda dikene basmadan yürümeye çalışırsın ve canın yanmaz. ooo yeeee demek istiyorum sanırım güzel bi şey yazdım:)

9 Temmuz 2013 Salı

ilişkiler evlilik aşk falan

geçen gün hani çok yorgun olduğum gün aklımda bir konu var demiştim. popüler bir konu aslında. sana da bana da ekmek çıkar :) herkesin bi çift sözü vardır bu konuda. evlilik :P
aslında yazılanlar bu konu etrafında akbabaların ölmek üzere bir hayvanın üzerinde dönüp durmasına benzese de beni bu konuda düşünmeye sevk eden, yıllar önce izlediğim bir madonna konseri belgeselinde gözüme takılanlardı. itiraf et heyecanlandın :)
madonna... confession on dance a floor için dünyanın bir çok ülkesinde kalabalık bir ekiple konser veriyordu. ekibinde çok iyi dansçılar, akrobatlar, teknik ekip, müzisyenler falan kalabalıktı baya. her gün prova yapıyorlar. gösteriden önce bütün ekiple çember şeklinde toplanıp el ele tutuşuyorlar ve dua ediyorlardı. kendi dillerinde. :) duayı yapan madonnaydı ve bu dua daha çok maçtan önce antrenörlerin yaptığı motive edici, güven verici konuşmalar gibiydi. gerçekten işe yarıyordu. herkes kadının gözüne bakıyor. çok seviyorlar onu ve o da hiperaktif tavrıyla herkese örnek oluyor ve ateşliyordu. muazzam ingiltere konserinden sonra kocasıyla buluşmak için sıradan bir english pub a gidiyor. kocası konserde değildi. arkadaşlarıyla takılmayı tercih etmiş. ha bu arada kocası içlerinde çok sevdiğim bir iki filmin de olduğu bir yönetmen (guy ritchie). neyse madn. pub a geldi kimse de ahım şahım karşılamadı. "heyyyy meraba. nasıl gidiyor" tadında dostça bir karşılama. kocasının yanına geldi arkasından sarıldı -bu arada guy amcam oturuyor- oralı değil. sohbete katıldı, birasını içti falan. kadın seviyor onu ve sanki birazcık ilgilenmesi için herşeyi yapacak gibi bir hava var. sonra saat geç oldu guy ritc. parkasını karısına verdi ve gecenin ilerleyen saatlerinde madonna birleştirilen bar sandalyeleri üzerinde perişan bir halde uyuyup kaldı. ne de olsa çok sıkı bir konser hazırlığı ve zorlu bir konser ve show geçirmişti. sonra düşündüm. madonnayı karısı olarak kim taşıyabilir? onun zenginliği ve popülaritesi karşısında ezilmeden.
geri çekilip konuya başka yönden yaklaşalım. aşk denk güçlerin savaşıdır. ne erkek ne de kadın kendine merhamet edilmesinden hoşlanır. savaş dedim evet. başta her iki tarafta kaybetme korkusu vardır. iki taraf da muhatabını şekillendirmeye çalışır. kıskançlıklar, umursamaz davranışlar, çekip gitmeler, pervasızlıklar, inatlar. arada huzur yani ateşkes yaşanır. sonra bir taraf yorulur teslim bayrağı çeker. aşk biter huzur ve alışkanlıklar dönemi başlar. yine o bir taraf, aleyhine sonuçlanabileceğinden kaybetme korkusuyla hamle yapmaz. risk almaz. ağız tadıyla kavga edilebilecek meseleleri bile görmezden gelir. bir kere böyle davrandı mı karşı taraf daha baskın duruma geçer. diğeri de onun anne/babası olur. düşünsene satranç oynuyorsun ama kaybederim diye hamle bile yapmıyorsun. ya da oyuna bile oturmuyorsun. daha kötüsü bir taraf kendini tamamen baskın tarafa göre yeniden uyarlıyor. artık zevkleri özgün değil. artık ilk tanıştıkları zamandaki farklı görüşleri, entelektüel farklılığı, kendine özgülükleri siliniyor ve klon oluyor. bir kız arkadaşımın çok sevdiğim bir sözü vardı. biraz marjinal ama haklı. "birbirinizden tat almak için birbirinizi hapsetmeyin. kendinize özgü olun. neden deniz balıkları çiftlik balığından daha lezzetli? :P " aşkı öldüren başka bir unsur da zaman içinde eşlerden birinin kendini geliştirememesi. orjinal haliyle kalması :) atlet pijama delik ev çorabı kısmına hiç girmiyorum. yine de rahatlayn ki; aşkın ömrü 6 yılmış ve aşkın beklenen doğal ölümü evlilik süresine denk geldiği için evliliğin aşkı öldürdüğü sanılırmış. sevgili emre yılmaz öyle söylüyor "şeytanın fısıldadıkları" kitabında :) mesela ben evleneceğim gün kötü oldum. eşimden eminim. evlenmek istediğim kişi o. bunun için zaman emek harcayıp zorlu yolları da aştık amaaaa o gün düğün günü içimde öyle bir his ki anlatamam. kesinlikle o masaya oturmak istemiyorum. ve düğünden önce eşime de anlattım bunu. "bana ne oldu bilmiyorum ama imkanım olsaydı, eğer şu anda elimde tibet e tek gidişlik bir biletim olsaydı giderdim ve ömrümü orada manastırda geçirirdim" düğün günü bırakıp gitme rezilliğini bir daha dönmemek üzere gitmek paklardı sanırım. ama dedim ya evlenmek istediğim kişi o ve bundan eminim. ama en ufak bir şüphem olsaydı bu kız mı evlenmek istediğim diye düğün günü demez iptal ederdim :) sonra başıma ne tür işler açılırdı bilemiyorum tabii. belki de belediye başkanının verdiği yetkiyle karı koca ilan edilmek fikri kötüdür. romantik değil yani. belediye daha çöpleri doğru dürüst toplayamıyor, ihalelerine rüşvet fesat karıştırıyor, kadrolaşmak için insanları işten çıkarıp kendi akrabalarını yerleştiriyor sonra gelip benim romantik aşkıma burnunu sokuyor. bence evlilik değil evlenme yöntemi aşkı öldürüyor :) benim aşkî duygularım yer yüzündeki herhangi bir devletten ve onun kurumlarından çooook daha üstün ve onaylanmasına onanmasına ihtiyacım yok.

günaydın :)

bu günkü hava durumunu bildiriyorum: bu gün hava hafif melankolik geçecek öğleye kadar. artan nem, öğle saatlerinde serin rüzgarla dağılacak gözlerinizden. güneş yine elinizden tutacak "hadi gel yüzelim" diyecek. akşamüstü rüzgar "motorunu al da yarışak azcık" diyecek. gece ne diyecek bilimiyoruz :)


7 Temmuz 2013 Pazar

tatilden merhaba

Öncelikle annem yazisi muthis olmus cok begendim.annenizin tavri super.ayrica sizin duanizada amin demek istiyorum.tatil super geciyor.ama insanlar pek eglenmesini bilmiyorlar.yada biz yaslandik.taslagi okuyun lutfen.onu yayinlamiyacagim.cunku o bir yorum

6 Temmuz 2013 Cumartesi

annem :)

annem için bişeyler yazmak istedim bu gün ama sürekli daldım gittim. ara ara da burnumun direği sızladı. baba-m sekersiz sert bir kahveyse annem o kahvenin sütü ve şekeriydi. baba-m susuz rakı ise annem o rakının suyu ve  buzuydu. geçmiş zaman kullanıyorum çünkü artık baba-mdan 1oo ışık yılı uzaktayım kafa olarak. ondan nefret ettiim zamanlarda bir şiir yazmıştım. bir şiir. ağlama diye yazmıyorum buraya denizkızı çünkü hala ezberimde. kafam bozuk olduğu bi zaman yazarım :) ya da "yolla panpa" demen yeterli :)
annem: aramasını meşgule aldığımda trip atmayan tek kadın mesela. sen ne kadar büyüdüm desen de annenin kalabalık içinde arkadaşlarını umursamadan gelip saçlarını sevmesini, yakanı düzeltmesini, yanağına öpücük kondurmasını yadırgamak lazım. çünkü onun gözünde hep o kucaktaki bakıma muhtaç, her şeyiyle ona muhtaç o olmadan yaşayamayacağın, aslında o olmadan senin de olmayacağın, ağlarken çıkardığın anlamsız seslerinden her ihtiyacını, her sıkıntını şıp diye anlayıp seni rahatlattığı kısaca çift ş'li eşşek kadar olsan da onun koca bebeğisin. üni 4. sınıftayım. kapıdan çıkmak üzereyim. kapı çaldı annem açtı kapıda genç bir kız. komşi. neyse konuştular falan annem beni tanıştırdı sonra. "bak oğlum ablan da tıpta okuyo 1 sınıf" ben de "hmmm :\ memnun oldum abla" dedim ama alıştım artık der gibi bezgin bi sesle. kız anladı tabi kinaye yaptığımı. "yalnız oğlunuz benden büyük sanırım kih kih" sonra annem de "aaaa ne biliyim bana hep küçük gibi geliyo :)" derken yanında duran ayı gibi şeyin 22 yıl önceki bebeği olmadığını farketti :) yani olur öyle şeyler. hem bu sınırsız sevgi bize, bakım-yol-su-elektrik-elektronik -nakit-her türlü hemşirelik hizmeti-suç ortaklığı-suça organize yardım ve yataklık-psikolojik destek-terapi-temiz çamaşır-ütülü iç çamaşırlar-mutfak (yemek+bulaşık)-limuzin-kargo-taşıma (hem de 9 ay)- gibi bir çok hizmet olarak yan ürünler sunmuyor mu? biraz daha anlatayım mı? "eveeeeeeet" dediğini duyar gibi oldum :) ama uzun sürer diyeyim.

annem daha çok abimin ablamın sorunları ile ilgilenirken yani onları ciddiye alırken beni pek ciddiye almadığını sanırdım. aslında hissettirilen şey öyleydi. <<sen küçüksün :) küçüklerin falları olmaz>> benim okul başarılarım hem de üstün başarılarım onların bir iki kırık notu ile gündemde fazla kalmazdı. sorunlara eğilmek başarıyı kutlamaktan daha önemliydi. çocukluğumun çoğunda kendimi adam yerine koydurmak için yani onay almak, kabul görmek için çabaladım. takım seçilirken en son seçilmek ve "tamam bu da sizden olsun" skoru etkilemeyecek oyuncu ya da tamam bu da "fasulyeden" ya da "sütten" olsun denmek. evet abimin arkadaşları ile oynardım hep :) abimin normal kız arkadaşları beni severlerdi ama küçük olduğum için. öperlerdi yanağımı sıkarlardı ama benim içim giderdi  :( platonik büyük kızlar.. neyse annem diyorduk. ben ilkokulda sabahçıydım. abim ablam orta veya lisedeydi ve tam gün eğitim. öğlen yemeğine denk gelmezdik. ben gelirdim onlar yemeğini yemiş gitmiş olurlardı ve aynı tepside yani aynı servis açılırdı bana. daha doğrusu yemek damlamış tepsi, sofra örtüsü, ekmek kırıkları falan. bir gün anneme "ne bu ya? ben hep bunların artığını mı yiyecem? ne bu tepsinin hali? ben niye temiz tepside sofrada yiyemiyorum" heralde şöyle bir şey yaşandı.. diye patlamıştım anneme :) (5. sınıf) annem de << ne bileyim oğlum? önemsemiyorsun sandım>> deyip durumu düzeltti ve o günden sonra hep tertemiz sofra bezi tertemiz tepside öğle yemeğimi yedim. bieyere giderken anneme eşlik etmeyi çok severdim. heralde en çok ben gezmelere gitmişimdir annemle. küçük yaramaz köpeği gibiydim. çok fena enerjiktim. annem sahil yolundan kaldırımdan yürürdü. ben ise sahildeki kayalıkların üzerinden atlaya zıplaya ama anneme ayak uydurarak giderdim. söyle çoook uzun bir sahil yolu düşün. bi kere de <<düşeceksin gel yanımdan yürü>> demezdi. bi kere tam da resmini verdiğim bu yerde yani foça'da deniz kenarındaki beş kapılar kalesi nin önünde yüzüyorduk annemle. tabi ben biraz yüzdüm ve sonra resimde gördüğün kalenin duvarlarına tırmandım. (bunu sen de varken anlatmıştım sanırım)  ayağımda terlik, kıçımda bir mayo ile. annemin yönü sahile dönük. o zaman bu resimdeki kadar restorasyonlu değildi ve kalenin dibinde insan boyu dikenler vardı. evet tuttuğum kaya koptu ve ben epey yüksek bir yerden düştüm, dikenlerin arasından yuvarlandım ve elimde halendir bırakmadığım kaya ile asfaltın kenarında buldum kendimi. anneme baktım beni görmemiş yoksa o düşüşe hala oturamazdı. hemen baktım bi her yerime. her tarfımda yüzeysel çizik kesik kızarıklık. dizlerim dirseklerim kanıyor. hemen toparlandım. batan dikenleri ve toz tprağı elimle silip hiç bişey olmamış gibi annemin yakınından denize girim. tabii ki acıdı kesiklerim tuzlu suda.  :( sonra çıktım annemin yanına geldim uslu uslu, yaramazlığa tövbe etmiş artık annesinin yanından ayrılmayacak uslu bir çocuk gibi oturdum. sonra "biliyo musun kayalardan düştüm" dedim. ve şok eden cevap: <<gördüm>>  "neee? niye bişey demedin?" <<baktım sen kalkınca kafamı çevirdim. yoksa ağlardın>>   hmmm dedim içimden taş gibi kadın :) sonra beni havluyla silerken sarıldı falan :) başkasının annesi olsa bi kere kızar bağırır hatta canının yanmasını ve korkunu bastırmak için kulağını çeker, dır dır dır ve bissürü kısıtlayıcı ceza falan. kadın aşmış yaa :) allah herkese tercihlerini sorgulamayan, çocuğuna "olmak" için alan ve fırsat veren anne nasip etsin :) birazdan arayayım bari :) pek aramam sormam. o beni beş kere ararsa ben onu bir kere ararım.